9 Ağustos 2015 Pazar

YARIM KALAN HİKAYELER:


AFEDERSİNİZ BİŞİ DİYCEM, SİZCE DE CEZAEVLERİNE AF GELMELİ Mİ?

Sıcak çöl sahra'da mı yapılsın, yoksa en büyük soğuk çöl Antartika'da mı yapılsın tartışmaları hatırlarsanız dünya kamuoyunu uzunca süre meşgul etmişti.
Aslında ilkini biz yapıvermiştik Suriye sınırımızda. Kalın ve uzun duvarların arasında bir yaşam alanı. Laf aramızda fikir ilk kez benden çıkmıştı. Sonradan da en çok pişmanlığını çektiğim şey oluvermişti.
Yine hatırlayanlarınız olur.
Bundan yıllar öncesiydi. O zamanlar PKaKa isimli bir terör örgütü vardı ve çok azdıkları bir dönemdi. Aslında bu dönem sonlarını da getirdi ya... Adeta kanla besleniyordu bu taşeron terör örgütü. Aynı batının ağzından nasıl demokrasi düşmüyorsa bu katillerin de ağızlarındaki sakızın adıydı barış.
Amerika malum, dünyanın tek devlete dönüşüm programında önce Afganistan'ı demokratikleştirme adı altında işgal etti. Düzmece 11 Eylül adı altındaki büyük tezgahının ardından. Böylelikle bütün dünyayı Terörist İslam adında bir canavarla karşı karşıya getirdi. Canavar laboratuar ortamında yaratıldı. Düşünsel alanda yani. Arkasından bütün dünya buna inandırıldı.
Senaryo ardı arkası kesilmeyen bir dizi filmin ilerleyen sahnelerinden birini oluşturdu. Kapitalizmin kuzeni mutant kominizm lağvedilmek üzere tarihin raflardaki yerine konuldu. Startı ise Kominist Rusya'nın Afganistan'ı işgaliyle verimişti. Afganistan İşgaller döneminden birine daha adım atıyordu. Kominizmin light hali sosyalizm zaten dünya halklarının umut ekmeği olarak dünya sokaklarındaki yerlerine yine kapitalist yöntemlerle yerleştirilmişti nasıl olsa. Sosyalizm adeta bir balkon çiçeğiydi. Tek bir maksadı vardı, bireylerin ukdesinde varolagelen tanrı fikrini öldürmek! Özgürlük, barış, emek, kardeşlik sos olarak sosyalizmin talaş halini ruhen aç bırakılan insanlığa sunmak tokluk adına tek çözüm önerisi gibiydi.
Zaten İsa bile çoktan Kapitalizm dininin azizlerinden birine dönüşüvermişti.
Musa ise ancak bir ırkın taleplerine zar-zor yetişiyordu. Takipçileri işin aslı ondan bile çoktan vazgeçmişlerdi.
Uzakdoğu dinlerinin o kadar çok tanrısı vardı ki onların zaten bu dünya ile ilişkileri hiç yoktu.
Ah o Mekkeli yetim yok mu? Ve onun tek tanrısı. Ve ona kayıtsız şartsız teslim olmuş müminler. Dünyalık hiç bir teklif karşılığında kapitalizm tanrısı ile otorite paylaşımına yaklaşmıyordu. O halde ona karşı bir algı operasyonu yapılmalıydı. Güya onun yolundan gidiyormuş gibi yapanlar bu planda kendilerinin en büyük destekçileri olacaktı. Paralel bir Müslümanlık çok keyif verecekti.

Operasyon bunların üzerine olmalıydı. Yani Müslümanlar adı verilen bu güruhun. Osmanlı denilen beladan kurtulmaları uzun zaman aldı. Baphomet adındaki kapitalizm tanrısı huzursuzdu. Rahipleri olan Rotsshild, Rockfeller gibi sadıklar yüzyıllar süren bu mücadeleden netice almak adına hertürlü şekilde gözlerini karartmışlardı.
Önce Afganistan bir kez daha işgal edildi.
68'ler kuşağının maması uyuşturucu sentetik olarak zaten batının ilaç firmalarınca üretilmeye başlanmıştı. Geleneksel uyuşturucu içinse Hindikuş Dağları tarla olarak seçilmişti. Dünya Eroin imalatı artık Amerikan askerlerinin denetim ve gözetiminde %94'lük bir oran olarak Müslüman Afganistan'dan tedarik olunacaktı.
Tezgah kurgulanmıştı. Buradan elde edilecek gelirle bölgedeki ülkelerde milli terör örgütleri oluşturuldu. Taliban, Kaide, Nusra, Pkk, Pyd, İşid, ve benzerleri. Bölgenin kendine has dokusu bu tümörist teröristlercece kaşıtıldı. Irk, kavim, mezhep harikulade malzeme veriyordu örgütlere. Bir de buna bölge halklarının cahilliği ve fakirliğini de eklediğinizde...Hele bir de bölge halklarının başına müstevli valilerini atatığınızda...Hele bir de buraları batının yaşam kültürüne imrendirdiğinizde...
Artık barış için silah satılabilecekti yani. Enerji alanları efendilerin olmalıydı. Tezek nelerine yetmiyordu cahal müsülmanların? İlaç sektörü...gıda sektörü ayrıca heran devredeydi hakimiyyeti şırkiyye için!

Yıllar öncesiydi. Siyaset ve ticaret ehlinin bol olduğu bir ortamda idik. Hoş sohbet filan derken aralarındaki tek bağımsız yazar da benim bu arada. Başka gazeteci arkadaşlarda vardı aramızda ama onların adı gıyaplarında kalemşördü. Bastır parayı gelmişine geleceğine gazel dizerdi bu arkadaşlar. Onun için aslında bu üçlü yapı birbirlerini hiç sevmezlerdi.

Dedim, "herşey özelleştirildi." Dedim,"özelleştirilse ya cezaevleri de!"
Hatahane mi demeli, mapushane mi?
Suç cezalandırma ve ıslah etme merkezleri...
Cezaevlerimizin kontenjanı 163.000, küsur. Doluluk oranı; full! Her dakika suçlu üreten bir toplum olduk ki, akıllara seza!
7 milyon  dosya birikmiş savcılıklarda...
4 milyon kişi icralık...
300.000 kişi hakkında tutuklama kararı var.
Vay anam vay!
Türkiye' de son 15 yılda %250 artmıştır tutuklu ve hükümlü sayısı.
Bir de idam cezasını kaldırmışsın cezanın caydırıcılığı ilkesi de olmuş mu dümur?

Bu tablo içerdekilere de bir de af beklentisi vermez mi? İtibarsız bir adalet sistemi suçluyu daha da cüretkar, mağduru da daha bir mağdur yapmaz mı peki?
Evet yumurta-tavuk mevzuu burda da devrede yani?
...
Bir süre sonra benim "Cezaevleri özelleşsin" sözümü işte bu kalabalıktaki ticaret erbabı alıp pişirip ocağa koymaz mı?
Siyasi ilişkiler...Medya desteği derken...
İlki açılır Suriye sınırında ilk cezaevinin. Büyük duvarlarla çevrili bir alan.
Ancak buradaki uygulamalar Antartika'da kurulan ve devlet statüsü de verilen "country crime" in ilham kaynağı olmuştur.
Her ülke suç ve suçlu ile kendince mücadele içerisindedir. Dünya yönetimleri statülerini korumalarını sağladığı için aslında "Kaos prensibi" gereği bu durumdan oldukça da memnundurlar. Sosyal doku zedelenmeleri toplumların dizayn planından başka da bir şey değildir. Tasavvur ve tezahür ilişkisi tam randımanlı çalışır bu hususta.
Birleşmiş Milletler'e de üye yapılır kuruluşuyla birlikte.

Ülkelerinde 5 yıldan fazla hapis cezası alanlar buraya getirilirler.
İçeri girenler kesinlikle kısırlaştırılırlar. Burası bir ülkedir artık. Toplam nüfusu 5 milyonun üzerindedir. Buradan çıkış yoktur.
Bir başka yazımda oradaki yaşayışla ilgili bilgiler vermek istiyorum.

Ancak üzüldüğüm bir husus var ki o da şu:

Dünyanın gelmiş geçmiş en cahil ve en geri kalmış toplumlarından biriydi  Arab yarımadasındaki, bundan 1400 küsur yıl önce yaşayan insanlar. Kendi çocuklarını bile toprağa diri diri gömebilecek kadar vahşiydiler.
Bir ümmi olan...
Bir yetim ile...ve onun insanlık alemine getirdiği mesaj ile bir anda...kısa bir sürede tarihin kaydettiği en "insani özelliklere" haiz bir insan topluluğuna...insanlığın iftihar tablolarına dönüşmediler mi?

Acaba diyorum tekrardan, aynı yöntemle kudurmuş modern zamanların bu çağdaş yamyamlarını yine insanlığın iftihar sayfalarına kaydedemez miyiz?

Ah be!

Olacaktı şimdi etrafımda uyanık bir ticaret erbabı, bir de milli bir siyasetçi...bir de kalemşör olmayan bir medya mensubu...

Bütün dünyaya bunun pazarlamasını yapmak vardı.

Ah...Söylemeyi unuttum. Pkaka'nın nasıl bittiğini: 500 binlere ulaşan sayısı ile diyanet ve ilahiyat fakülteleri ve dini cemaatler bir taarruza giriştiler o sene ki sormayın. Bölge insanına dinini, inancını hatırlattılar da yokolup gittiler lejyoner süprüntüler. Hem de 3 ay gibi kısa bir sürede. Bu sürede tv lerde destek verdiler bu kültürel taarruza. Misal yengelerine göz diken parlak oğlanların hikayelerinin yeraldığı dizileri yayınlamadılar ekranlarında. Pop hocalar mitingler düzenlediler sıkıntılı kentlerin meydanlarında. Herbiri Maaşallah Hz. Hamza kesilmişlerdi mubarek.

Fehmi Demirbağ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder