28 Mart 2017 Salı

Eleştiri hepimizin yapmayı en sevdiği şey. Şahsımıza ya da savunduğumuz, tarafı olduğumuz konulara yapıldığında ise yani eleştiriye  maruz kaldığımızda tüylerimizi ürperten bir durum. Malum herşeyin tanımının ve tasvirinin politize edildiği günleri yaşıyoruz. Dini bir konumu var, hemen gündelik politik bir pozisyona bürünüyor ilgili konu. Sanattan mı bahsediyoruz, hemen politik bir ifadelendirmeye ihtiyaç duyuyoruz. Spordan tutun, ticarete... Bilumum mevzular politize edilmeye mahkum. 
Ahvalimiz adeta şöylesi bir hicivle resmedilmekte.
"Lafazan korsanlar, kalemşörler ve kelamşörler peynir gemisine saldırmaktalar. Gemiyi yürütmek niyetindeler. Aralarındaki ganimet kavgası kavgaya dönüşünce çıkan çatışmada 1 harf 4 hece 3 kelime ve çokça cümleyi de katlettiler. Olayda Yumuşak g, dabılyu ve x ise parovakatör ajan olarak göze çarpmakta. Kavram kargaşasına dönen gemi batma tehlikesi geçiriyor. Hamaset birlikleri olaya müdahale için gemiyi gözetime almaya hazırlar. Ruhban timleride görev verilirse bizde üzerimize düşeni yaparız derdindeler."
Bireyler olarak toplumun sevk ve idaresi husunda irade serdederiz. Hayallerimiz vardır, ütopyalarımız ve biçimlendirilmiş tekliflerimiz. Taraftar edinmeye çalışırız bu doğrultuda da. Bunun içinde kümeleniriz. Sivil toplum kuruluşları oluştururuz. Üst perdeden en büyük stk lar elbette siyasi oluşumlardır ki onlarda kendilerini siyasi parti olarak konumlandırırlar. 
Seçkinlerimizi seçtiklerimizden oluştururruz. Onlar bizi temsil makamındadırlar. Devlet dediğimiz en büyük organizasyonumuzun gidişatı ve şekillenmesiyle hayati kararlar almak durumundadırlar. 
Tarihsel seyrimizin Cumhuriyet Türkiyesi bizim fani hayatlarımızı sürdürdüğümüz süreci içermekte. Devletin yakın geçmişi yaşadığımız günlerinde normunu belirlemekte.
Milat 1923 tür. Politize olmaya başladığımız tarih yani. Hadi kısa bir tur atalım o dönemden bu yana. İslam medeniyetinin iki dizi üstüne oturduğu dönem. Kuransız, halifesiz, ilimsiz, irfansız, kültürsüz, sanatsız, ahlaksızlık kıskacında biçare ümmet!
Osmanlı paşalarından biri olan Mustafa Kemal'in Atatürkleşme süreci 15 yıl kadar sürer. Dedelerimizin hayatını kapsar. Devrimler, inkılaplar derken...muasırlaşma...yani batılılaşma sürecidir bu dönem. Ezenide vardır ezilenide vardır. İktidarın nemalarından mamalanlar her devirde olduğu gibi bu devirdede revaçtadırlar. Tek adamdan bahsedilir sonrası ifadelendirmelerde. 
İnönü dönemi. Milli şef ya da ikinci adamın dönemi. Babamın gençlik dönemi. 2. dünya savaşı bütün dünyayı kasıp kavurmaktadır. Menderes...Demirel...Ecevit...Erbakan...Türkeş...Özal...Mesut...Çiller...Filan derken Erdoğan! Yani Akparti dönemi...
Babam rahmeti rahmana kavuşmuş, bense babamın öldüğü yaşa gelmişim. 
Yine tartışıyoruz; iktidar olmak mı muktedir olmak mı meselelerini ama. 
Genel manada kendimize, ümmete dair krıtik yapamıyor, şu an iktidar da kim varsa 300 yıllık yıkıklığın, döküntünün hesabını günah keçisine yüklüyoruz. 
Yani Akparti'yi eleştirmek en kolayı. Hele Erdoğan'ı! Nasıl bir süper kahraman bu? Aynı anda toplumun bütün katmanlarını nasıl eşit oranda tatmin etmez, mutlu kılmaz diye. ( Tabi durumu abartıp lideri putlaştırma aşamasına getirenleri de görmezden gelemeyiz.)
Nihayet geldiğimiz süreçte tarihin bir kırılma noktasında olduğumuzu da hatırlatmadan edemeyeceğim. 
Kitap okumayan, yazmayan...müslüman olduğunu iddia edipte kelime-i şehadet bile getirmeyi bilmeyen bir topluluk olduğumuzun profilinde işareti bir kişiye ve yapıya koymakta işin ucuzluğu. 
Diyorum ki...16 Nisan'ı evet'le nihayetlendirelim. Çünkü biz koalisyon yapabilecek durumda değiliz. Beceremeyiz de. Bugün dahi Akparti tek başına iktidarında bile iktidar nimetinin paylaşımında olmadık liyakatsizlikler yaşandığının da gerçekliğini görmezden gelemeyiz. 
Meselenin insan kalitemizle doğrudan ilintili olduğunu görmezden gelemeyiz. 
Gelin topyekün toplumun mutabakatının tanımını yeniden yapalım. 
Kaliteli birey, düzgün aile, huzurlu toplum arayışımızı isimlendirelim.
"Bu millet adam olmaz" vurgusunun, "ben ne kadar adamım" eleştirisinde saklı olduğunu unutmayalım. 
Bunun için bende bir BİREYSEL ANAYASA teklifinde bulunuyorum.
EĞER BU DÜSTURLA EVLAT YETiŞTİRİRSEK TAM VE BAĞIMSIZ BİR MÜSLÜMAN TÜRKİ'YE DEN BAHSEDEBİLİRİZ. 
YA DA KAYBEDİLESİ YILLAR VE NESİLLER BİZİ BEKLİYOR.
Ve tuzağında ki örümcekler...Fetolar ve niceleri...yerli işbirlikçileri...ve yersiz batılı dostlarımızla...

1-Amelsiz Sözden Sakınmak
Kitap'ı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz? Düşünmez misiniz?.2/Bakara-44
Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? .Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur.61/Saf-2-3

2-Doğru konuşmak
Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.33/Ahzab-70-71

3-Etkili Söz Söylemek
İşte bunların kalblerinde olanı Allah bilir. Onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver, kendilerine tesirli sözler söyle.4/Nisa-63

4-Etkili Söz Söylemek için Dua Etmek
Musa dedi ki: «Ey Rabbim! Benim göğsüme genişlik ver, İşimi bana kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz.Böylece söyleyeceklerimi anlayabilsinler.20/Taha-25-26-27-28

5-Sözü Güzellikle ve Yumuşak Söylemek
Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.16/Nahl-125
Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin; beni anmakta gevşek davranmayın. Firavun'a gidin, doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar.20/Taha-42-43-44

6-Boş ve Faydasız Söz Söylemekten Sakınmak
Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; Ki onlar; boş sözlerden yüz çevirirler.23/Mümimun-1-2-3
İnsanlar arasında, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır. İşte alçaltıcı azap bunlar içindir.31/Lokman-6

7-Maruf-Güzel Söz Söylemek
Allah'ın sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı, beyinsizlere vermeyin, kendilerini bunların geliriyle rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.4/Nisa-5
İsrailoğullarından, «Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel konuşun, namazı kılın, zekatı verin» diye söz almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna, döndünüz; hala da yüz çevirip duruyorsunuz.2/Bakara-83

8-Yapılamayacak Bir İşin Sözünü Etmekten Sakınmak
Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur.61/Saf-3

9-Sözü Söylerken Adaleti Gözetmek
Yetim malına, erginlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ahdini yerine getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır.6/Enam-152

10-Alçak Sesle konuşmak
Yürüyüşünde tabiî-mütedil ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.31/Lokman-19
Ey inananlar! Allah'tan ve Peygamberinden öne geçmeyin; Allah'tan sakının, doğrusu Allah işitir ve bilir. Ey inananlar! Seslerinizi, Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Farkına varmadan, işlediklerinizin boşa gitmemesi için, Peygambere birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın.49/Hucurat-1-2

11-İnsanlara En Güzel Sözü-Vahyi İletmek
Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.17/İsra-53

12-Günahı düşmanlığı ve Peygamber'e karşı gelmeyi fısıldamamak
Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı düşmanlığı ve Peygamber'e karşı gelmeyi fısıldamayın. İyilik ve takvayı konuşun. Huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun.58/ Mücâdele- 9
Ayran mı rakımı açmazı
Güneş tutulması da ne ki? Ya Ay tutulması?..Bunların hepsi tırıvırı...Akıl tutulması en mühimi bence. Diğer iki tutulmanın süresi oldukça kısa. Ya akıl tutulmasının süresi? Biz de tam 300 yıldır sürmekte. Hele son 100 sene?

Güneş tutulması da ne ki? Ya Ay tutulması?..Bunların hepsi tırıvırı...Akıl tutulması en mühimi bence. Diğer iki tutulmanın süresi oldukça kısa. Ya akıl tutulmasının süresi? Biz de tam 300 yıldır sürmekte. Hele son 100 sene?
İşte bu dönemi benim ve benim gibilerin idraki mümkün değil. Çünkü ben hiç bir zaman 6 oka inanmış biri hiç olmadım. Rakı kadehinin gölgesinde serinlemedim misal. Çağdaşta olamadım, kutsamadım da kıble edinilen Roma'yı da.Hele ülkenin değerlerine küfredemedim hiç. 
Okumadım da; dönemin milletvekillerinden Şeref Aykut'a göre Kemalizm dini (kendi ifadesiyle) 6 oktan ( Bugün de bildiğimiz gibi cumhuriyetçilik, milliyetçilik, inkılâpçılık, devletçilik, laiklik ve halkçılık) oluşmalıydı. Aykut bilindiği gibi bu fikirlerini en temel şekilde "Kemalizm Dini" adı altında kitaplaştırmış ve Atatürk'e tapan(!) nesillerin nasıl yetiştirileceğini anlatmıştı.
Ezanın Türkçe okutulmasına bile şiddetle itiraz ederken nasıl kabul edebilirdim ki yeni yazılan ezanı:
Atatürk ekber!
Atatürk ekber!
Ancak O var Atatürk!
Evliya odur,
Peygamber odur,
Sanatkâr Atatürk.
Talihe hâkim,
Zekâya önder,
Doğma serdar Atatürk.
Bunları geçti insan büyüğü:
Kendi kadar Atatürk!
Atatürk ekber!
Atatürk ekber.
Bizde O var. Atatürk!
Ne evliya, ne de peygamber..
Halkına yar Atatürk!”
Kemalizm dininin peygamberi olarak da Atatürk'ü gördükleri için onun adına Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli şairlerinden Behçet Çağlar'ın kaleme aldığı sözler işte bunlar.
Bir de mevlid kaleme alındı ayrıca. Yine aynı şair yazmaya devam ediyordu:
“Hak Teala çün yarattı Türk’ü ilk
Dedi, ‘Üç kıta da olsun ona mülk.’
Mustafa nurunu alnına koydu,
‘Bil! Kemal’in nurudur, ol nur!’ dedi.”
Geçti böyle nice ay, nice sene,
Vakt erişti bin sekiz yüz seksene
Ger dilesiz, bulasız oddan necat,
Mustafa-yı ba-Kemal’e essalat!”
Ol Zübeyde, Mustafâ’nın ânesi
Ol sedeften doğdu ol dürdânesi!
Gün gelip oldu Rızâ’dan hâmile
Vakt erişti hafta ve eyyâm ile.
Geçti böyle, nice ay nice sene
Vakt erişti bin sekiz yüz seksene.
Merhaba ey baş halâskâr merhaba
Merhaba ey ulu serdâr merhaba!
Ünlü şairlerden Faruk Nafiz Çamlıbel de Atatürk'ün ölümünden sonra onu kalbine bir put gibi yerleştirdiğini ise bakın nasıl anlatmış:
Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil
Kanlı bir göz yaşı nehrinde muazzam tabutun
Ey ilâhın yüce dâvetlisi, göklerden eğil
Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!
Diğer bir şair Halil Bedii Yönetken ise Atatürk'e olan bakış açısını böyle aktarıyordu.
Tanrı gibi görünüyor her yerde
Topraklarda, denizlerde, göklerde
Gönül tapar, kendisinden geçer de
Hangi yana göz bakarsa: Atatürk!
Günümüze yansıdığında ise CHP nin İş Bankası hisselerinden vazgeçemeyen siyasi yapılanma bütün gayretlerini Atatürk istirmarcılığı üzerine yapmaktadır. Bir de sol sosu ile garabet bir yapı.
Nedense anlatamadı da bir türlü meramını, anlaşımadı da bu kafa, bu zihniyet. Nedense yurdumuzu Trablusgarp'ta,  Çanakkale'de kumandan olarak savunan ordunun neferlerinden biri olarak, Osmanli ordusunda görev alan insanlardan olarak, Búyük taarruzda Başkumandan olarak savaşan, 9 Eylúl'de İzmir' e askeriyle giren, 29 Ekimde Cumhuriyeti kuran  Mustafa Kemal Atatürk'ü insan olarak anlatmaya yanaşmadılar. İlahlaştırdılar...
Bundandır, ifrat ve tefritin kalesi olarak kalmalarının sebebi. İstemezükçüdür CHP!
İşte bu arkadaşlar ülkenin yönetimine talipkarlıklarını bir türlü de icraata dökemezler. İlimden, sanattan bahsetme sakızı ağızlarından hiç düşmez, şişirdikleri ise hep kocaman bir balon.
İş döndü dolaştı nihayet 16 nisan'a odaklandı. Bakalım akıl tutulmazlığımız bu muhalefetle bizi hangi mecralara daha sürükleyecek?


"Gün gelecek, hepimizin birer hastalığı olacak, kimimizin belki bir düzine.. bu nedenle zorunlu ilaç tedavisine alınacağız.. eğer bu ilaçları almayı reddedersek bize "itaat eksikliği sendromu" teşhisi konacak ve başka ilaçları kullanmaya zorlanacağız, ya da hapse atılacağız.. ilaç almayı kabul edene dek.. gelecek böyle çılgınca.." mike adams böyle diyor...
Düne kadar, birazda iğdiş etme maksatlı olarak biz İslamcılar(!) Mustafa Kemal lafzı geçince “Beton Kemal” deyip istihzai bir tavır sergilerdik.
Rejime alternatif olduğumuzu iddia ederdik!
Şeriat gelecek, adil düzen insanları adaletle idare edecekti.
Bunu savunan insanların inançlarından başkada sermayeleri yoktu.
Derken…
Bir rüzgar esiverdi…
İslamcılar iktidar sahibi oluverdiler bir şekilde…
Paraları oldu!
Makamları!
İktidar sahibi de oluverdiler nihayetinde…
Onları o mevkilere getiren düzen eleştiriciliği yerini “ıslahatçılığa” ve maslahatçılığa” bırakıverdi.
Herşeyi betondan ibaret bildi.
Devrim, ya da hasreti çekilen İslami düzen “çimento” eşdeğerli oldu.
Şehirlere doluştular ülke nüfusunun %75’i.
Köyler boşaldı.
Şeherliydi artık onlarda!
Türkün ateşle imtihanı bitmiş, yerini farkına varamadıkları Kapitalizm ile olan müthiş mücadelesi başlamıştı.
Önce belediyeler iktidar olma şansını verdi, İslamcılara!
Belediyeler ise rant denilen geçimin gümrük kapısıydı.

SORU: Hep merak ederim; zabıta kontrolu dışında imar yapılamıyorsa memlekette: Şehirlerimizin çarpık yapılaşmasına imza atanlar bu memleketin okumuş çocukları değil midir? Hani okumuşluk cehaletin engeline elzem sebep idi?

Nüfus sair sebeplerden yığılınca şehir merkezlerine, 50’li yılların apartman hayatı komün tarzda sitelere dönüşerek mahalle kavramını çekip kopardı hayatımızdan. Mahallenin yerini alan siteler bukez mahallenin esnafı denilen yapıyıda AVM lere bezediler.
Hadi vahşi kapitalizmin modernite ile işbirliği mekanik insan yaratmaya çalışırken Müslümanca bir ayrıntı ne zaman aklımıza gelecek ki?

SORU: Yapılan sitelerde çağdaşlık gereği havuzlu filan olmakta. Yani komşular yıl boyu birbirlerinin mahremleriyle görsel halvet içinde olmaktalar. Yoksa bu hal toplumun ar duygusunu yok etmeye yönelik sinsi bir icraat mıdır? Ya da bu yorum benim yobazlığıma mı verilmelidir?

Bu inşaat sektörü denilen mekanızma neden sadece şehirler için sözkonusudur? Hala şu yüzyılda ahırındaki hayvanlarıyla iç içe yaşayan köylerimizin modern açıdan yapılanması rant olmadığı için mi göz ardı edilmekte?

Modern köyler ile şehirden köylere tersi göç mümkün değil midir?

TOKİ nin Köysel hali olmaz mı?

Boşta gezen ziraat mühendisleri her bir köye atanamaz mı? İlim köylere tv ya da cep telefonu ile mi girecek? Ya da beyaz ekmekle? Tezek yakımı “doğal” mı karşılanmalı?
Bitkiyi, hayvanı şehirden yani insandan uzaklaştıran beton zihniyet yapılan parklarla kendini avutmakta! Egzos kokuları arasında hanımeli kokularının rüknu ne ki?

Hadi plağı başa alalım!

***

Adem varlık alanına sorumlu bir şahsiyetve yaratılmışların şereflisi olarak olarak sürüldüğünde, yanı başında ‘sükun bulması’ için yaratılan eşini buldu.

Meleklerin secdesi ile değerleri alemlere duyurulan bu aileye cennet mekanı ve tek istisna ile sınırsız nimetler sunuldu.

Adem ve eşi sonsuzluk/doymazlık histerilerine kapılıp ‘yasak ağaca’ yaklaşınca ‘inin oradan’ (ihbitu) uyarısı/cezası ile mekan değişikliğine uğratıldılar.

Yeryüzünde şaşkın birer sürgün olarak dolaşırlarken vahyin klavuzluğu ile ikinci kez yerleşikliği öğrendiler.

İnsanlığın ilk adresinde meskun hayatı başlattılar.

Dağların ve taşların yabaniliğinden, denizlerin ve çöllerin ilkelliğinden eşyanın isimlerini öğrenerek fıtrata paralel davranışlar geliştirdiler.

Ateş yakmayı, düğüm atmayı, sayı saymayı, toprağı eşmeyi öğrendiler.

Baharın, yazın, güzün, kışın sırrına erdiler. (S.Karakoç)

Cennetten yeryüzüne gölgeler düşürdüler.

Rablerinden aldıkları kelimeler ile eşyaya şekiller vermek ve eşyayı kullanmak gibi pratik ihtiyaçların ötesinde eşya ile bir, mana dili de geliştirdiler.

Eşyanın bir amaca mebni tasarrufundan kaynaklanan bu ontolojik dil ete ve kemiğe bürünüp zamana ve mekana yayılınca da ‘şehir’ oldu.

İnsan şehir adlı beşiğin kaldırımlarında emekleyen bir bebek; şehir ise insanın kucağında ninniler ile büyüyen bir insan oldu.

İnsanın kadim yürüyüşü devam ettikçe şehirler isimsiz okullar gibi insanlar yetiştirdi, gökten yere yıldızlar buyur etti, medeniyetler biriktirdi.

İnsan kendisine okul olacak şehirler kurdu; şehirler kendisine mimar olacak insanlar yetiştirdi.

Şehirde farklı tarzı, davranışı, algısı ve aklı ile örnekler çoğaldıkça çoğaldı.

Şehirler toplumsallaşmanın araçları olarak bir çağdan bir çağa nesiller yaratırken insan teki de hem cinslerinin arasında duyguyu, düşünceyi, eylemi öğrendi.
Şehir akademiler, mektepler, medreseler ile insana bağrını açtı; insan ise bir gözü ile şehrin mürekkebini yudumlarken diğer gözü ile şehrin ana arterlerinden kılcallarına mürekkep taşıdı.
İnsan şehir üzerinden mensubiyet şuuruna ait güven dalgaları ile aklını ve kalbini olgunlaştırdı.

Şehir üzerinden şubeleşen, farklılaşan, rengarenkleşen insan, şehrin yollarından başka şehirlere yollar tüketti.

Bazen şehirlerden şehrine, heybesinde hayat yüklü kelimeler ile bazen de kılıcında kan lekeleri, yüzünde yabancı çizgiler, ağzında elfaz-ı küfr döndü.

Şehir onu besliyor o şehri besliyordu.

İnsan yasak ağacı yoklayıp ayıp yerleri ile ulu orta yerde dolandıkça şehir yapraklarını bedenine doluyor; ona bir biçem, bir içerik kazandırıyordu.

Şehir insana takva elbiseleri giydiriyor, süs kazandırıyor ya da şehir insanın elbiselerini sıyırıp çirkin yerlerini göstererek cennetten uzaklaştıran belalar veriyordu.

İnsan kah İbrahim ve İsmail oluyor, Kabe’nin duvarlarını yükseltiyor, ziraatsiz ölü bir vadiye şehir tadında can suyu akıtıyordu; kah fil ordularının sahibi oluyor, ya da Haccac oluyor Kabe’yi, kutsal şehri yağmalıyor, bombalıyordu.

An oldu şehre uzak kaldı insan ya da şehirden uzaklaştırıldı. Sanki irfan ve hikmet yüklü bulutlar çekiliyor da üzerinden kupkuru dudakları kalbinden ve ruhundan akıp yüzünde birikiyordu.

İlahi ruh dokununca çarşısına, mabedlerine ve sokaklarına, barış ve esenlik yurduna dönüşüyor, aziz bir belde oluyordu şehir.

İblis ve karanlığı kollayan fesad şebekesi dolduğunda ise bulvarlarına şehrin, kan kokuyordu buhur yerine geceler, dikenli fısıltılar akıyordu çatılarından çok katlı evlerin.

Şehir insanın yeteneklerini sunduğu bir platformdur, sahnedir. Mağaradan gölgeler yansır bazen şehrin perdelerine. Bazen sicim suretinde gözyaşları ıslatır şehrin elbiselerini, dekorunu. Bazen de onurlu okuyucular doluşur orta yerine zamanın ve ‘Ve La Ğalibe İlla Allah’ derler.

Bir köşesinde şehrin günah çukurları ve arkaik zebunlar; diğer köşesinde şehrin gülden terazi tutan ve gülü gülle tartan gül adamlar vardır.

Camilerinde şehadetleri dinin temeli ezanlar, gökdelenlerinde ise kibrin ve tuğyanın silüetleri.

Şehirler de insanlar gibi doğar, büyür ve ölürler. Göğsünde arzın derin nefesler ile vücut bulurlar. Yekinir yer tutarlar; tezler geliştirir, fırtınalar koparırlar; bağrından cemiyetin adam suretinde adanmışlar büyütür sonra da her canlı gibi ölürler.

Şehirler yaşlanırlar; amansız beden sancılarına yenik düşerler; felaketler ile yerle bir olur ve ölürler. Ama en acısı, şehre gözyaşları döktüren, şehrin iniltilerini yedi kat semaya kavuşturan ihanet sonrası ölümlerdir…

Şehrin naçizane kayıtları, evrakları, salnameleri vardır. Gözleri üzerindedir insanın, kulakları keskindir; makinalı gibi tararlar zamanı. Zerre kadar iyiliğe ve zerre kadar kötülüğe duyarlı gelişmiş aygıtları olmasa da bir hafızası, kalemleri, aziz yazıcıları ve arşivi vardır şehirlerin.

Hakikate körleşen ve sağırlaşan insanın hallerini yazıp durmaktadırlar.

Hakikatin kitabını terk edilmiş bırakanları ve hakikatin onurlu okuyucularını kıytırık beyaz yakalılara, teknokrat kırmalarına değişenleri satır satır yazmaktadırlar.

Gözlerini din gününe çevirmiş, insanı adl-i ilahiye şikayete kilitlenmişlerdir.

Gözlerine mil çekilmiş hüzünlerden ahirete uzanan inanç tadında bir bekleyiştir bu.

Hakkı ve sabrı tavsiyeleşmekten uzaklaşan insanın yaşattığı bir kahır yüküdür bu.

Şehrin bereketini bodrum katlarında, eğlence salonlarında, gece kulüplerinde tüketerek yıpranan, dahası, tüketerek adamlaşacağını zanneden insanın tereddi hallerine bir şikayettir bu.

Yakın geçmiş ve kirlenmiş günümüz

Bazı kelimeleri zikrederken insanın içini ince bir sızı yoklar. Yan yana dizilen birkaç harften meydana gelen bu kelimeler yaşanmışlıklardan mütevellit hasreti, kederi, buruk bir sevinci ifade ederler.
Modern yaşamın değirmeninde öğüttüğü mahalle hayatı ve kültürünü de ne yazık ki “eskiden” kelimesinin öncülük ettiği cümleler tarif eder.

Eskiden İstanbul’da muhabbeti dışarı sızdıran ahşap evleri, sevgiliye el sallayan neşeli cumbaları, anahtar delikleri paslanmış tahta kapıları, billur sular akıtan cömert sebilleri, bir ok işareti gibi semayı gösteren haşmetli minareleri ile sabah-ı şerifleri tatlı bir telaşla karşılayan mahalleler vardı.
Asude çınar ağaçlarının gölgelediği bu mahallelerde nikâh, ölüm gibi çeşitli sosyal halleri tanzim eden imamların yanı sıra veresiye tutmaktan erinmeyen emektar bakkallar, henüz ekmekleri bozulmayan hünerli fırınlar, kedisini ihmal etmeyen müşfik kasaplar, makasına altın bir bilezik gibi ehemmiyet veren mâcit berberler, tenhalardan perva etmeyen cesur bekçiler ve en nihayetinde “yârin yanağından gayrı ” emeği-ekmeği, neşeyi-kederi; hülasa koca bir hayatı paylaşan sadık komşular bulunurdu. Kendi söküğünü dikemeyen terzileri de unutmamak lazım. Terzisinden imamına kadar söz konusu mahalle sakinlerinin hayatları iç içeydi.
Birbirinin sosyal ihtiyaçlarını alçakgönüllülükle karşılayan bu insanların komşuluk münasebetleri akrabalık bağlarının bir adım önündeydi.

Mahalle hayatı ve kültürünün menbâsını oluşturan paylaşma, yardımlaşma, dayanışma gibi hasletlerden meydana gelen insani ilişkilere hayati bir zaruret atfedilirdi.

Mahallelerin sokak dokusunu, çoğu zaman hoşgörü esasına dayanan mahalle münasebetleri tayin ederdi. Başkasını rahatsız etmediği sürece sokağın ortasında hane inşa etmeyi bile makul gören bu hoşgörü mahremiyeti muhafaza eden çıkmaz sokakları vücuda getirirdi.

Herkese geçiş hakkı tanıyan kavisli sokakların aksine çıkmaz sokaklar sadece bir veya birkaç haneye penâh olurdu. Genellikle bir veya iki kattan oluşan bu hanelerin yükseklik- alçaklık bakımından birbirine paralel inşa edilmesi de tesadüf değildi. Bu paralellik hane içi hayatın ifşasını önleyecek bir tedbir niteliği taşırdı. Hanelerin dışarıya açılan kapılarının birbirine mukabil gelmemesi de bu mahremiyete gösterilen ehemmiyeti tezahür ederdi.

Günümüzde, kendine mahsus bir kültür meydana getiren eski mahalle hayatının izlerine ne yazık ki sadece fiziki yapılarda rastlamak mümkündür. Buram buram hanımeli kokan kavisli sokaklardan yükselen zerzevatçı nidalarını, kapı eşiğinde yapılan ikindi sohbetlerini, misafir yolunu gözleyen aralıklı kapıları, düdük öttüren telaşlı bekçileri, birbirine yardım etmekten imtina etmeyen kadirşinas sakinleri tahassür eden İstanbul, mahalle hayatı ve kültürünü ancak eski zamanlarda tahayyül ederek teselli bulmaktadır.

***
Mahalle hayatını oluşturan en önemli unsurlardan biri de sakinler arasındaki komşuluk ilişkileriydi. Herhangi bir mahalle sakininin karşılaştığı müspet ya da menfi bir olayın ceremesi veya semeresini bütün mahalle paylaşırdı. Ölüm, doğum, evlilik, sünnet gibi sosyal hadiselerin üstesinden hep birlikte gelinirdi. Ölüm olayı karşısında acıya ortak olunur, yas evine cenazenin kaldırılmasından ölü yemeğine kadar her türlü destek verilirdi. Biri mi evlendi, çeyiz dizmekten düğün alayına kadar imece usulü herkes üzerine düşen vazifeyi içtenlikle yapardı. Herhangi bir uygunsuzluk, usulsüzlük karşısında ortak tavır alınır, mahallenin dirliği, düzeni el birliğiyle sağlanırdı.

İstanbul’da komşuluk ilişkilerinin en renkli motifini kadınlar oluştururdu. Zerzevatçı nidasını işittiklerinde merdivenleri telaşla inerek sokağa yönelirlerdi. Akşam sofraya oturtulacak sebzenin en iyisini seçmek için tablanın altını üstüne getirirlerdi. Sonra bir pazarlık alır başını giderdi. Mutabakata varıldığında zerzevatçı, yükü hafiflemiş bahtiyar bir şekilde sokaktan ayrılırdı.

Sıcak yaz günlerinde mahalle hanımları neredeyse her gün birbirlerine sabah kahvesine, beş çayına veya akşam sohbetine giderlerdi. Sabah namazından sonra kahvaltı saatine kadar ev işleri bitirilmiş olurdu. Hanımlar hayırlı işler dileyerek beylerini işe uğurladıktan sonra akşam yemeği için tencereyi ocağa koyarlardı. Zeynep, Ayşe, Fatma hanımlar varsa yanlarına genç kızlarını ve gergeflerini alarak onları bekleyen komşu haneye doğru yola koyulurlardı. Hane sahibesi tarafından kapı eşiğinde güler yüzle karşılanan komşular, kamelyanın gölgesinde dinlenen böreklerin başına buyur edilirlerdi. Böreklerden alınan lokmalar midelere bayram ettirirdi. Sonra desenli fincanlarda köpüklü kahveler ikram edilirdi. “Ayol duymadın mı!” diye başlardı lakırdılar. Anlatılan hadiseler, havadisler kahvenin de lezzetiyle keyiflere keyif katardı. Kahveler içildikten sonra da fincanlar “Neyse halin çıksın falin” ifadesiyle açılmak üzere çeşitli dileklerle kapatılırdı. Bahçenin başka bir köşesine öbeklenen genç kızların ise muhabbetlerini genellikle beyaz atlı prensleri süslerdi. Dantellere atılan her ilmik onları çeşitli hayallere sevk ederdi. Hanımların dillerinde yemek tarifleri, kızların ise “ bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya”.

Mesaisini tamamlayan beyler ise eve gitmeden önce kahveye uğrar, tavlaya otururlardı. Kahvede demli çaylar ardı sıra servis edilir, gazete sütunlarını meşgul eden memleket meseleleri konuşulurdu. Çoğu zaman ateşli tartışmalara dönüşen memleket meselelerini boşluğa bırakılan zarlar tatlıya bağlardı. “ Du şeşşşş! ” .
Sonra evli evine köylü köyüne…

Sıkıysa Avm’ den parasını sonra vereceğim diyerek bir ciklet isteyin!

Mahallenin yerleşik unsuru olmasa da esnaflar mahalle hayatının önemli unsurlarını teşkil ederlerdi. Bakkallar, fırınlar, berberler, kasaplar, terziler… Her mahallede bulunan bu esnaflar mahalle sakinlerinin çeşitli ihtiyaçlarına cevap verirlerdi.

Peynirinden sabununa kadar çeşitli ev gereklerini bulundurdukları için mahallenin en uğrak yerini bakkallar oluştururdu. Zeytinin etlisi, pirincin iyisi onlardan sorulurdu. Her geleni hoş karşılamaktan, gül güle uğurlamaktan hiç yorulmazlardı. Küçük çekmecelerinden veresiye defterlerini eksik etmeyen bakkallar, mahalle sakinleriyle aralarına maddi bir mesafe koymazlardı. İsteyen her mahalle sakinine bu defterlerde hesap açarlardı. Veresiye defterlerinin her bir nüshasını aybaşına kadar birer senet gibi muhafaza eder, aybaşı parası çıkışmayanları ise idare etmekten kaçınmazlardı.

Mahallenin ikinci uğrak yeri ise fırınlardı. Yemek öncesi kapısı çalınan fırınlardan gramını hiç şaşırmayan baklava dilimli sıcak ekmekler alınırdı. Temizliğine ehemmiyet verilen fırınların bilhassa ramazan aylarında bacası sahur vaktine kadar tüterdi.

İstanbul’da lezzetli yemeklerin yolu eli bıçaklı, beli peştamallı kasaplardan geçerdi. Sabahın erken saatlerinde dövülmüş, kıyılmış, kuşbaşı kesilmiş et sipariş eden mahalleliye kasaplar paket paket iyisinden sığır, keçi, kuzu yetiştirirlerdi. Aybaşlarında kasaplar pek çalışırdı. Zira mahalleli genellikle aybaşlarında maaş alırdı. Her kasabın bir de kedisi vardı. Diğer kedilerin imrendiği kasap kedileri önlerine atılan artık etlerle güzel bir ziyafet çeker, sağa sola yuvarlanıp keyif çatarlardı.
Kendi söküğünü dikmeye fırsat bulamayan terzilerin ise ellerinden iğne ve iplikleri düşmezdi. Kadın ve erkek terzisi olmak üzere birbirinden ayrılan terziler, mahalle sakinlerine müzeyyen kumaşlardan şahane elbiseler dikerlerdi. Bir elbise için bazen birkaç kez prova yapıldığı olurdu. Bu provalarda elbise diktiren kişiye henüz ana hatları dikilmiş kumaş giydirilir, elbisenin bir kusurunun olup olmadığına bakılırdı. Burun ucuna kaymış gözlükleriyle kumaşları inceleyen terziler bir kusur fark ettiklerinde iğnelerine sarılır, kumaşları iğnelerlerdi. Hasbıhalin ihmal edilmediği provalar bittiğinde ise iş başına geçilirdi. Dikiş makinesinin kolunu güçlü bir hamleyle çevirdikten sonra pedallara yüklenen terzilerin bedenleri yorgun düşünceye dek bir ileri bir geri sallanırdı.

Osmanlı döneminde perukâr ismiyle anılan berberler mahalle erkeklerinin saç sakal tıraşından sorumluydu. Düğün, bayram gibi günlerde berber dükkânı hıncahınç dolardı. Herkes sırasıyla alınır, özenle tıraş edilirdi. Kolları sıvalı, elleri usturalı berberlerden önce sakallar nasibini alırdı. Bilenmiş usturalar marifetiyle sakal tıraşı yapılan yüzlere avuç avuç kolonya çarpılırdı. Kolonyayla sızlayan yanaklara sinek konsa kayardı. Sonra saçlar… Hünerli parmakların arasında tutulan saçlar tez canlı makaslarla kesilir, talep edildiğince kısaltılırdı. Berberler gün boyu ustura ve makası ellerinden “Sıhhatler olsun”u dillerinden düşürmezlerdi.

Şehircilik bakanlığı şehrin yalnızca beton yapısıyla mı ilgilenmeli, hasılı. Şehirlerimize insaniyet kimliği vermek hangi bakanlığın işdir, peki?
Ülkemin gündemi her daim münbit. Kronometrenin göstergesi aciz kalır bu gündemin değişme hızına. Lakin öyle hususlar var ki ilelebet değişmeyecek parametreleri olan hususları barındırmakta içeriğinde. İnsan denilen mefumu açıklayamadığımızdan olsa gerek aslında bütün acziyetlerimizin temel meseleside burada temellenmekte. Misal şehirlerimiz.
Ülke nüfusumuzun %80 artık şehirlerimizde yaşam sürmekte. Modernite hepimizi bir tüketim anlayışıyla kıskacında yoğurmakta. Apansız bir mukadderatı yaşıyoruz ki ezber bozan ifadeler bile çaresiz. Hani bir 17/25 olayı yaşanmıştıya... Hani ilgili bakanlardan şehircilik bakanı demiştiki bir konuşmasında "toki yapılandırmalarında estretik değerleri ihmal ettik!" Masumane geçiştirilecek bir açıklama değildi bu.
Bir günah galerisine çevirdiğimiz şehirlerimiz bilumum mikroplarımızında üreme alanları. Şeytanların cirit arenaları.
Yine misal diyelim ve Reis'in yakın zamanda şehircilik şurasında yaptığı konuşmaya bir kulak verelim:
"ŞEHİRLERİN BİR RUHU VARDIR"
Toplumdan uzak, tek başına yaşamak insan fıtratına aykırıdır. Şehirler işte bu fıtri ihtiyaçtan doğmuştur. Medeniyet kavramının insanların bir arada yaşadıkları şehirleri de ifade eden geniş bir anlamı vardır. Batı medeniyeti sahip olduğu devasa üretim kapasitesine rağmen insanların mutluluğuna aynı ölçüde katkıda bulunamıyor. İbn-i Haldun’a göre şehirlerin bir ruhu vardır ve insanlar zamanla yaşadıkları şehrin ruhuyla şekillenir.

"ŞEHİRCİLİK FACİALARININ SEBEBİNİ DE ÇOK İYİ TESPİT ETMELİYİZ"

Ecdadımızın 3 kıtaya yayılan o görkemli mirasına sahibiz. Yaşadığımız şehircilik facialarının sebebini de çok iyi tespit etmeliyiz. Her alanda olduğu gibi şehircilik alanında da geçmişimizden dersler alarak hataların tekerrürünü önlemek zorundayız.
Maalesef yine 1940’lardan itibaren çarpık yapılaşmanın, gecekondulaşmanın yanı sıra aynı çirkin, kişiliksiz projenin yüzlerce, binlerce uygulaması olan apartmanlar ortaya çıkmıştır. İnsanların sadece başlarını sokabilmek için yaptığı bu uygulama artık son bulmalıdır diye düşünüyorum. Ben dikey mimariden değil yatay mimariden yanayım. İnsan toprağa yakın yaşamalıdır. Dikey mimariden amaç nedir? Az topraktan çok para kazanmak.
TOKİ binaları başta olmak üzere artık ülkemizde tarihimize, bölgelerimizin karakterislik özelliklerine göre binalar inşa etme dönemi gelmiştir, geçiyor. Bu facialara bakanlık olarak, belediyeler olarak iş birliği halinde izin vermemeliyiz. Hep birlikte buna karşı set oluşturmalıyız. Şehirlerimiz kentsel dönüşüm projeleriyle gecekondulardan kurtarılırken şahsiyetsiz mimari ekollere de teslim edilmemelidir. En büyük kazancımız insan öncelikli yaşanabilir şehirler kurmak olduğunu kabul ederek yolumuza devam etmeliyiz."
Sokaklarında İstanbul'umun,
Kimsesizlere kimse...
Pınarları kurumuşken,
Çeşmeleri...
Yad edilesi günlerin,
Kuru hatıralara terk edilip te...
Beyazıt meydanında, kahrolsun nidaları altında
Yakıp ta israil ya da amerikan bayraklarını,
Hayta mı çocuklardık yoksa!
Yoksa yoksulluğumuz muydu,
Bir arada tutan bizleri?
Şimdilerde randevu peşinde koşarken
Polis kovalardı oysa bizi,
Cebimizde demokrasi risalesi,
Bir diğerinde Hasan El-benna!
En çokta bediüzzaman!
Bir mahallenin 40 kişisinden birisi,
Şimdilerde tanıyanı olmayan,
Oysa bağırınca sokağın bir ucundan,
Sarhoş sadaları susardı...
Biz konuşurduk,
Hakim susardı, savcı...
Yürekliydik...
Zalime sille, mazluma teselli!
Birileri müjganla ağlaşırken,
Biz hocaefendi derdik, efendi efendi..
Bir reisimiz vardı, yüreğimiz,
Uğruna gömlek değiştireceğimiz...
Oysa haramilerin peşindekiler,
Bizlerdik...
İstanbul vardı, lağım kokardı...
İstanbul geleceği boğardı...
Abilerimiz vardı az da olsa,
Bulamaç değildi hiç bir şey,
Bir Ayasofya açılsa
Bahar gelecekti sadabad'a!
Sanki peygamber sancağı!
Toplanmalar gizliydi,
Taarruzun adı tebliğ!
Parola ayrılırken,
Selamun aleykum.
Parmakta gümüş yüzük,
Koltukaltına sürülen hacıyağı,
Beyazıtta beyazsaray!
Valilik makamı, Çakaloğlu!
Masrafsız militanlardık hasılı!
Devletler kurar, yıkardık sabaha doğru...
Aşk namahrem, oyalanmak abes,
Nalbur rıza sponsorumuz!
Milli gazeteyi beyoğlu meyhanelerine sokmak,
Cihadın en büyüğü: Allahüekber!
32. günler istihbaratımız!
Edip yüksel sapıtmış; şok!şok!şok!
80 ler, 90 lar...
Şimdi hepsi birer dizi...
Ağlak ihtiyara o zamanda çok kızardık!
Ya biz yanlış çocuklardık,
Ya yaşadıklarımız yalan...
Teğet geçerken hayat bizi,
Biz yanlış şıklar kurbanı...
Aynı mahallenin başka çocuklarını bilmedik,
Biz bize büyüdük, birlikte büyüttük,
Dinlediğimiz masalların canavarlarını...
Derken,
Gökten 3 elma düştü!
Lat, menat, uzza!
Kimimiz servetin kulu,
Şehvetin bazımız,
Şöhretse hepimize İlah!
Tevbe kapısı yok!
Akıllar kira da!
Binlerce helvadan tanrı,
Acıkınca yediğimiz...
Seccadeler boyu eğilip bükülmeler,
Sayısız umre,
Sayısını unuttuğumuz kabe turizmi,
Aç kalışımızın bittiği dominoslar,
Elimizin altında zemzemimiz, colalar!
Arakanda yakılmış Müslümanlar,
Hemen yardım toplayalım!
Suriye, ırak, pakistan!
Yardımlar!
Kimse yok mu?
Çok olduk, çoğaldık...
İstanbulumun sokakları şimdi pek şenlik!
Site site kuşatıldık,
Hemi de ingilizce isimlerle...
Planlarımız bizden gibi...
Necibimiz yok lakin...
Cemil adamlarımız..
Hışırtılı kasetlerden çıkmıyor sesi Timurtaş'ın!
Tam ekran, HD kaliteli hocalar şimdi.
Biz savaşı kazandık, öyle dediler...
Ganimet milyar dolarlar!
Öyleyse...
Hala neden gelir mazlumların iniltileri,
Sokak aralarından!
Neden hıçkırıklar...
Ben neden yazdım bu dizeleri?
Neden mutsuzum, lale bahçelerinden?
...
Kır kalemi şair,
Radikal şimdi gazete adı;
Herkes Cuma kılıyor artık,
Mektup bitti, e-mail devri!
Bak Hasan Nail'de gideli 9 yıl olmuş,
Ara eskilerden bir köşe kapanı,
Bük boynunu, yut, yut!
İş iste, ihale!
Eskiler mi?
Rahatlat kendini; unut!
Avun ve avut!

EVET Mİ HAYIR MI?
Çocukluğumdan arta kalan belleğimde, siyaset mef'umu ilk evimizdeki duvar panosunda resmi bulunan Menderes ile nakşedilmişti. Bir de rahmetli babamın adını ağzından düşürmediği Selametçilerin başı olan Erbakan ile. Sonraları Karaoğlan Ecevit'i tanımıştım. İlanihaye isimler ne de çok artmaya başlamıştı ki, dönemin şartları gereği kendimi sağcı ya da solcu olarak ifadelendirmem gerektiği hususunda toplumsal bir baskıya da maruz kalmıştım. Deniz Gezmiş ismi beni solcu yapacaktı yapmasına da ben sağ elini kullanıpta bu elin hayrına inananlardan olarak içim elvermiyordu solculuğa...
Falan filanlı süreçlerde bir de Kurt Wildeim ismi siyasetin dış kulvarında duyduğum isimlerden biri olarak çok alengirli gelmeye başlamıştı; Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri. Çilli surat Jimy Carter...Amerikan Devlet Başkanıydı o zaman. Mısır İsrail anlaşmaları konusu gündemdi. Enver Sedat' sa Mısır'ın başındaki isimdi, ben ona sonra çağın firavunlarından biri nitelendirmesi yapacaktım.
12 Eylül'le nihayetlenecek berbat bir çocukluk ve gençlik günleri...
Sonrası İslamizasyonun etkileri...
Modernizmin kıskacı...
Ortadoğunun New Age işgal senaryo ve uygulamaları...
Fetö mü dersin, pekaka mı? İşid mi, cart curt niceleri mi?
Ki sanırım travma silsilesi. Dededen babaya babadan oğula oğuldan toruna makus talih zinciri. Hayatlarımızda...Hele ki yakın tarimiz!
Ki biz çerkeziz,
sürgüne değin,
aralıksız kavgadayız rusla,
ikiyüzelli yıllık kanlı fasıla, ah nasıl bir travma!
...
sürgün yolunda,
karadenizde balıklara yem
ah dedem, vah nenem!
...
sürgün sürgünü olan biz torunlara,
berbat bir hatıra,
ya da travma!
hasılı,
kursağımızda,
yer yok balıklara!
...
cennet mekan,
kızıl sultan!
ya da bence ulu hakan,
hürriyet ordusunca,
veda edince payitahta,
hep travma hep!
...
selanik, teselya!
teselli, çanakkalede!
trablusgarp...memleket harap!
bingazi; milyonlar ya şehid, ya gazi!
arabistan çölleri,
kardeş ihanetleri...
yemen!
yemin!
ah; muhammedül emin;
yetim ümmetin!
...
travma...taravma!
ümmet ki kadavra!
...
sonra...
yeni umutlar...
yeni bir devlet baba daha!
bir üvey koca anadoluma!
...
kurulan cumhuriyetin,
modernitenin;
fabrikalarında gıcırdayan bir dişli dedem,
babamın çalınan gençliği peşisıra...
ve benim!
hep travma...hep!
...
15 mayıs 1990
mondros, sevr, lozan, montrö,

ben böyle anlaşmalardan anlamam ki,
benim anlaşmazlığım arkadaşımla,
misketlerimi aldı elimden,
hemde gözümü morartarak...
...
moralim çok bozuk,
üstelik uçurtmamda tellere takıldı ...
...
24 mayıs 1991
bugün okula devlet baba psikolog gönderdi,
travmatik sendrommuş,
altımı ıslatmamın nedeni.
...
karıştırırken, eski günlüklerimi
buldum bu satırları...
aradan geçen onca zamandan sonra,
okudum adam oldum;
bir bankada memurum şimdi.
...
vietnam sendromu ile,
saldıradursun amerikanya,
dünyanın dörtbir yanına,
kırsın döksün dörtbir yanı,
anlayan yok bizim hasanı!
şiddetse şiddet,
bizimkinin de lisanı!
...
bankada memur hasan,
yaz dedi fehmi abi,
kısaca beni de yaz!
...
özetle beni,
başımdan geçeni!
...
vatikanın bankasında veznedar hasan,
dar gelince dünyası,
bir rakı sofrası sonrası,
atışmışlar karısıyla...
...
yetmeyince maaş geçinmeye,
bahane olmuş karısının eceline!
...
ya gelirlerimize göre geçiniriz...
ya geçimlerimize göre kazanç ediniriz...
...
kanser hastası bir yakınımı,
gittiğimde ziyaretine bir özel hastaneye,
orda tanıdım hasanı.
eşini tartışmada öldürünce,
intihara kalkışmış aklı başına gelince...
nasıl bir akılsa,
akıl alası değil,
millet kafayı yemiş,
kimsede farkında!...
...
hasana göre,
musibetlerimizin tek sorumlusu,
yüzyılın korkusu;
insanlığa,
kabilden kalan,
genetik miras,
topyekün travma!
...
dedim saçmalama,
topu taca atma,
başkasını suçlama!
bırak kabilin davasını da,
kendine iyi bir avukat bul!
bir de rabbimden aflanmaya,
bir tevbe kapısı!
...
geçmişi bilmek iyi bir şeyde,
en iyisi haddini bilmek!
...
yazdım dedim hikayeni hasana az önce,
uzun süren telefon görüşmesinde!
şeytani tavrından uzaklaş önce,
suçlama kimseyi kendince!

MAYMUNLAR CEHENNEMİ
Bir karabatak görüntüsü ile infial uyandırmıştı körfez savaşı sırasında Amerika. Bütün dünya petrole bulanmış karabatağın çaresizliğine odaklanmıştı. Adriyatikte görüntülenen bu içler acıtan görüntü ortadoğuyu temsilen kullanılıyordu. Nihayet anlaşılmıştı ki, Malcom X'in dediği gibi; " sevdiklerini ve sevmediklerinizi irdeleyin. Göreceksiniz ki arkasında medya vardır." sözünün tezahürü olarak batının yeni bir emperyalist tezgahıyla karşı karşıyayız. 11 Eylül kurmacasını ve sonrasında ortadoğuda oluşturulan terörist bilumum piyon yapılara baktığımızda düşünce ameli dünyamızda büyük operasyonlar düzenlendiğini vicdanı hür her birey farkındadır. Biz ülkemizin ve değerlerimizin ezeli düşmanı düşünce ve oluşumlara karşı teyakkuz halinde olmamız gerektiği kanısındayız.
"Bir fasıktan (günahkar) dahi haber aldığınızda haberin aslını araştırın" ilahi buyruğunun muhataplarıyız. Dolayısıyla istihbarati titizlikte gündemlerin peşinde olmak durumundayız. Hatta gücümüz oranında da gündemler belirlemeliyiz.
Bilgi kirliliği ve manipülatif bilgi tarih boyunca olduğu gibi çağımızın da belasıdır. Bu enformatik cehaletin birinci derece edilgenleri de maalesef ki müslüman coğrafyalardır.
Hasılı sağlıklı bilgi, sağlıklı iletişim için sağlıklı bir informasyon ağı oluşturmalıyız.
Bilgi çağındayız, bu aynı zamanda bilgi kirliliği çağıda. Özellikle aynı zamanda enformatik cehaletinde çağı. Endüstriyel dünya herşeyi paraya ve kar’a endeksemiş durumda. Zıtların çatışması mantığı ile de kitleleri yönlendirmekte. Özellikle değerlerimize karşı algı operasyonları almış başını gidiyor. Özellikle yaşadığımız süreç, mensubu olduğumuz inanç ve çoğrafyamızı hegoman güçlerce zaafiyete uğratmakta.
Hadi doğru bilgiyi bir yere koyalım. Malumat konusunda bile ciddi yönlendirmelerin tehditi altındayız. Bu hususlarda "medya" dediğimiz kulvarda ise taşıdığımız lüzumsuz yüklerle değil koşmak, yürümekte bile oldukça sıkıntılıyız. Mesafeler kat edemiyoruz. Hele ki medyanın "sahibinin sesi" pozisyonu acziyetimizi artırmakta, bireysel ve toplumsal olarak yalnızlaştırılmakta. Dolayısıyla da hem kendi kamuoyumuzda hem de dünyanın gözünde ötekileştirilmekteyiz.İşte bu nokta biz diyoruz ki, bir olmak zorundayız. Kartel medyaya karşı, spekülatif diğer malumat odaklarına karşı.

Oysa dokusal mahiyette, sosyal medya başta olmak üzere bütün bilişim mecrasında bireysel mücadeleler veren ne çok sızılı yerli ve milli insanımız var. 
Yerel ve bireysel satıhta mücadele eden basınımızı totele bağladığımızda aslında o kadar güçlüyüz ki...

Hele internet sayfaları ayrıca ne kadar çok kalem erbabı yazarımız çizerimiz ve sanatçımız var ki; diğer ulusal güçlerce görmezden gelinen ve aslında ulusal güç olan. 
Bütün bu yapılar ve bireyler bir araya gelmeli diyoruz.Hakkın ve halkın sesi olarak seslerimizi senkronize etmeyi misyonumuz olarak belirlemeliyiz.

Bir ve beraber olmak için haklı gerekçelerimiz var. Artık tahayyül ve tasavvurlarımız neden varlık mücadelesinde haklı kazanımlar elde etmesin diyoruz.! Bir gayret ilede bizim kalkışmamız olsun, şer güçlere karşı. 
Gündemleri takip etmek için değil, gündemleri belirlemek için bir araya gelmek zorunluluğundayız. Yoksa bakın, kulak kabartın vahşi ormanın makat maymunlarına, medya maymunlarına. Çığlıkları kulaklarımızı tarumar etmekte değil mi?
Deyin ki misal;
 bir tren kazası oldu,
ya da otobüs,
çok ölümlü,
çok hasarlı türünden,
isviçte çakısı türevli,
medya maymunları,
memleketin zır cahilleri,
had bilmezleri,
şenliğe çevirirler ormanı!
...
vıdı, vıdı, vıdı,
veni vidi vici!
...
o öyle oldu da bu böyle,
şu böylede bu şöyle
öyle olmasaydı da,
böyle olsaydı...
en moda yorumlar,
bir sakız gibi ağızda,
paralel ithamlar,
vurun abalıya ya da,
hükümet istifa!
SAHİBİNİN SESİ YAYINDA!
...
şükür ki memleket, ganimet,
her aya bir olay,
konuşması kolay!
frekanslar yayına,
rotatifler yayıma!
baylar, bayanlar,
vara-yoğa hüküm buyuranlar,
tiz konuşa,
başlansın suçlamaya!
başlansın aklamaya!
Evet mi makbul,
zinhar hayır mı?
...
deprem mi gündem maddemiz,
sefilliğimiz...
berbat trafiğimiz,
bir maden kazası...
ilahiyattan anlayan,
tıptan hukuktan,
mühendisliğin her türünden,
isviçre çakısı gibi,
çakı gibi aydınlarımız;
köşe başlarında,
veni, vidi, vici,
vıdı,vıdı,vıdı!
...
gelin,
önümüzdeki seçim zamanı,
yani referandum sonrası...
herşeyin çok bileni,
medya erbabını yani ,
yapalım mebus,
memlekette ne sorun kalsın,
ne de çözülmedik kaos!
...
özkök başbakan,
aileden sorumlu bakan ılıcak,
( o içerdeydi di mi?)
kültür, ahmet hakanın,
milli eğitim emre uslunun,
(kripto birinin ya da)
baransu çevreye bakan,
(affedelim yani...15 temmuzu unutarak)
savunma bakanı çölaşan,
teknoloji bakanı dumanlı,
Feto nasılsa kainat imamı!
içişlerine baksın eskilerden bir zamanlı,
dış işleri hürriyetten,
adalet bakanı milliyetten,
ve diğerleri...
süreyya sırma da filmini çeksin,
bu pespayeliğin...
...
verin medyayı da,
politikacılara...
anılarını yazsınlar!
ya da hayallerini!
martavallarını!
...
üniversitelere gelince,
herbir öğretim görevlisini,
yerleştirin modern sitelere,
hani ingilizce isimli...
bir de insan onuruna yakışan maaş,
ilelebet profesörlük,
yüklü de banka hesabı...
sorunu biter memleketin,
vallahi!
ne gam...salına salına,
kantinlerinde üniversitelerin,
boşbeleş gençliği...
doluşuversinler kolejlerin
küpeştelerine,
hayatları çalınan nesli liselerin...
...
vatandaş mı?
la onlar her şekle uyar!
sal başlarına bir cüppeli,
kandil gecelerinin sayısını artır!
ya da her mahalleye,
adnan ve kedilerini sal!
...
bir şu anarşist gençlik dert,
acele etmeyin,
biraz yaş alsın ömürleri,
onlarında söner ateşleri!
...
veni vidi vici,
memleketim;
pek cici!

OLİMPOSTA DOMUZ POSTU
Cemil Meriç merhum "Olimpos dağının çocukları asla Hira Dağının çocuklarını kabul etmezler!" demişti. Ecdadın "domuzdan post gavurdan dost olmaz" atasözüne nazire edercesine. "Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dostlar edinmeyin. Onların bazısı, bazısının dostlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki, o da onlardandır. Muhakkak ki Allah o zalimleri hidayete, doğru yola iletmez." (Mâide Sûresi, 5:51) ayetini ise unutmamamız gerekir.

Ancak buradan anlamamız gereken şey bireysel ilişkiler değildir. Topyekün değerlere karşı teyakkuzda bulunmamız gerekliliğidir. Yani batı/batıl kavramı ve mevcut yapısı ile ,ilelebet bir mücadelenin olacağı tarihinde gösterdiği çerçevede mutlaktır.

Lakin odaklanacağımız birinci husus batının ve onun ayakoyunlarının herdaim en önemli öncül meselemiz olmadığıdır.
Önceliğimiz biz "nasıl adam oluruz" parantezinde ele alınmalıdır.

Malum aydın kafamızın sağ yanı sorunlarımızın analizinde ve çözüm arayışlarında genelde paradigma olarak siyonizm başta olmak üzere bütün beşeri yapılanmalarda gezinir durur.Azgelişmişliğimizin sorumlusu ve suçlusu bu tür karmanlardadır. Sol yanımız ise daha çok ülkenin geleneksel dokusunu suçlama bahtsızlığı ve öfkesi içindedir.

Aydın açmazı ve sapması kısır tartışmaların arenasıdır. Halkın günlük algısı ise işkembe ve apışarası konularla iğdiş edilmiştir.

Kahraman ve hain söylemleri politik dokumuza öyle bir sirayet etmiş ki herkes nasibince ithamların muhatabı olmuş.
At izi it izi...Herşey tozduman...Yerle yeksan olmuş kavramlar silsilesi...

Geçim derdi olmayanların sultası...Din bezirganları...Biz demiştikçiler...Nasıl bir gürültü, nasıl bir uğultu!

Bize bişeyler olduğu herkesçe de malum. Lakin...Acziyetimiz ve perişanlığımız kafaları daha da bir karıştırmakta; ilelebet suçlayıcılar korosu adeta bremen mızıkıcıları!

Sen var ya sen,
Ah! seküler düzen!
Ya da şeytani...neysen ne işte!
Nasılda tornadan geçirdin?
benzettin ya garabete,
son elçinin ümmetini!
Ne desem, neylesem?
günahlarımız gani gani,
şeytan bir rahat ki sorma!
yaratılalı beri...
aganigi, maganigi sözler pek bi kıymetli...
tekbir; ululamakken kainatın sahibini,
devir; ulu önderler devri!
Söylemlerimiz itikadımızla birlikte değişti
Misalse misal;
İstikbali kıble, Romaya!
bir danışalım papaya!
Vakit; illa ki nakit!
Niyet! Benim kalbim temiz gardaş!
Kıyam; bekleriz fast food kuyruklarında!
Kıraat etmişiz kırkkanaat geçinmeyi...
Rükuya ereriz rab edindiklerimize!
Sücud; hakikatlere sükut!
Ben ki, hala müselman!
Ben ki, vahdet-i vücut!

De ki iyi de neden biteviye rüsvaylık?
için acımayacaksa söyleyeyim bari;
kızmayacaksan kendinden gayrısına...

Asırlar öncesinden,
başlar bugünlerin hikayesi,
Aslında hayat ki bayat bir dönence!
Alnımız secde yüzü görmeyince yüzüstü sürünüyoruz,
Halimiz pis bilmece!
Vermeyince fakirin hakkını,bahaneler üretiyoruz...
İftar açmak, israf sofrasında,
huzur ki, bulamıyoruz...
hac turistik faaliyet,
gelde şehadet et!
adım mı?
Elhamdülillah! Herşeye rağmen Müslüman!

Çelişki ki...ne yaman!
Ah kendini kanatanlar,
aldatanlar...
yani aslında aldananlar!
Muaviyeyi yargılayıp,
ondan beter olanlar!
Yezid'le yarışanlar!

Allahın hesabı var; amenna!
lakin önce, hani vicdan mahkemesi?
Müşrik, münafık, fasık desen kendine, bozulur!
Müminlik ise beyan edilen ifade,
Nerde mi? Okunmaz kitabın sahifelerinde!

Korkuyorum, cehenneme düşmeden yanıyorum!
Yalancı cennetlerde,
yalancı müslümanlar!
anlam...veremiyorum!

Etrafta din uluları!
yani ruhban sınıfı!
Haşa!
Rabbimin asistanları!

Kim işliyor peki,bunca günahı?
herkes masum,herkes aslında aslına mahrum!
KAHROLSUN YA DA YAŞASIN NİDALARINI ÖYLESİNE YÜKSELTTİK Kİ BAŞKACA SESLERİ...VE DAHİ ÇIĞLIKLARI DUYAMAZ OLDUK!

TESETTÜR MEVZUU
"Açıkçası ben tesettürlüleri 2000'lerin başından beri dövüyorum.Ondan önce küfrederdim.Çok defa lince uğradım.Bana katılıp kalabalık tesettürlü grubunu dövdüğümüz siyasi kızlarla da karşılaştığım oldu.Siz de dövün.Zorla başlarını açmaya çalışın,sorarlarsa akp Kemalist artık dersiniz."
Bu sözün sahibi Almila Kursar isimli sanatçı bir hanımefendi. Ancak basına yeni yansıyan son atraksiyonunda efendiliği bir kenara koyup, hanımlığa da yakışmayacak bir tavırla evladı yaşındaki bir kız çocuğunu hakaretlerle bocalayıp darp etmesiyle şu an için ülke gündemine gelmiş durumda. 
Haber metni ise kısaca şöyleydi:

Maltepe'de başörtülü lise öğrencisi bindiği minibüste bir kadının saldırısına uğradı. Genç kızın başörtüsünü arkasından saldırarak çıkaran kadın uzun süre hakaret etti. Lise öğrencisine tekme de atan kadın CHP üyesi olduğu belirlendi.
 Pendik-Kadıköy hattında sefer yapan bir minibüste Ayhan Almıla Kursar isimli bir kadın, başörtülü lise öğrencisine saldırdı. Genç kızın başındaki örtüyü çekip çıkaran kadın, lise öğrencisine tekme attı. "Ölmelisiniz. Siz teröristsiniz" diye bağıran kadına şoför müdahale etti.

Şoför minibüsü Maltepe'de karakolun önünde durdurdu ve durumu polislere anlattı. Saldırgan kadın gözaltına alınırken, lise öğrencisi genç kız ise ifadesi alınmak üzere Maltepe Çocuk Büro Amirliği'ne götürüldü.
Saldırı anını anlatan Fatma Dilara Aslıhan Y. şunları söyledi:
"Minibüse bindik. Sonrasında minibüste yanıma fizik öğretmeni olduğunu öğrendiğim bir bayan oturdu. Sohbet ettik. Okulumu sordu, 'fizikle aran nasıl diye' sordu. O sırada birden arkamda oturan bayan topuzumdan tutarak beni arkaya doğru çekti ve şalımı eline aldı. Bağırmaya başladı 'siz teröristsiniz, sizin yüzünüzden herkes ölüyor. Sen başın kapalı okuyamazsın. Siz ölmelisiniz' gibi hakaretlerde bulundu. Sonrasında bana tekme atmaya çalıştı. Böbreğime tekme attı. O sırada minibüs karakolun önünden geçiyordu. Arkadaşlarım beni çekti. Sonra minibüsçü devreye girdi. Sonra polisler müdahale etti.
Darp raporu aldığını söyleyen genç kız, kendisine saldıran Almıla Kursar'dan şikayetçi olduğunu ve adli sürecin başladığını söyledi."

Ressam hatun Kadına şiddet konusunu aldı getirdi kadından kadına şiddet mevzuuna. Hatta öyle grift konuları silsiledi ki her bir başlık ayrı bir tartışma konusu. İnanca saygıdan tutun, siyasi provakatörlüğe, tahammülsüzlükten, psikolojik bulgulara...
Ki hatun kişi aynı zamanda sanatçı. Hem de benim okulumdan mezun, güzel sanatlar fakültesi resim bölümü mezunu. Güzel sanatlar, eski adıyla sanai-i nefise. Yani nefsin güzel emarelerinin tezahürcüsü. Yani duyarlı olması gereken biri. Ama hatun, resimde kullanması gereken fırçasını diline yerleştirmiş, maalesef! Berbat bir resim nakşetti gündemimize. 
Hani Glagstone, yani İngiliz sömürge bakanı kafir Türklerin nasıl Hristiyanlaştırılacağıyla ilgili bir hedef belirlemiştiya..."Onları hristiyanlar gibi yaşamaya alıştırın!"
Ki mütareke döneminde...Yani İngilizin işgalinde kalmıştıya İstanbul, 5 yıl kadar. Giderlerkende bize İngilizliklerini bırakıp gitmişlerdiya...
Lozan sonrası İngiliz Avam kamarası Lord Kurzona' a İstanbul'u neden Türklere bıraktınız diye sigaya çektiklerinde,"merak etmeyin. Onları kadınlarını açıp, kitaplarını kapatacak hale getirdik." demiştir. Bu olay Meşhur Sütçü İmam hadisesinden sonra vukubulmuştur. Fransız işgalindeki Maraş'ın Kahraman'a dönüş hikayesinden bir süre sonra yani. Bir Cuma namazı öncesi Hamamdan çıkan Müslüman hanımların başörtüsüne Fransızlar musallat olunca halka hitaben yaptığı "Müslümanın namusu güvence altında değilse orada özgürlük yoktur. Özgür olmayan Müslümana da Cuma farz değildir" uyarısıyla başlayan ayaklanma unutulmuştur özellikle cumhuriyetin kazanımlarıyla. Kadının istismarı meselesi devrim ilkeleriylede zamanla sosyal dokumuza işlemiştir. 
Feriha Tevhik'in Avrupa güzellik yarışmasındaki birinciliği...Ardından Keriman Halis Ece'nin Kainat güzelliği...Cumhuriyet balolarının güzel bacak yarışmaları...Muasırlaşma maceramızın başrolünde artık modern kadın profili başroldedir. 
Sonrası siyasal islam kavramı hayatımıza girmeye kadına dair başörtüsü de ilintilenmiş oldu. İvme yine kadın lehli değildi hasılı. Kadın üzerinden siyaset üretimi duyguya da meyilli olduğundan tercih edilir tezlerdendi.
Hele erkek egemen bir din anlayışı kutsalların istismarında rant açısından da oldukça verimliydi. 
Cahil toplumumuzun en büyük mağdurunun/istismarının ise kadınlarımızın olduğunu vurgulayarak bu yazıyı da nihayetlendirelim.
İSLAMİZASYON
Güzel sanatlarda öğrenciyim. Yeni hidayete eripte kelime-i şehadet getirdiğim günler. İtalyan kilisesinde Müslüman olmaya karar verdiğim; yavaş yavaş hayatıma "müslümanlar" üst başlığında giren, değişik grup ve cemaatlere mensup kişilerle tanıştığım günler. Refah Partisinin kurulduğu o günlerde tanışıklıklarım gereği islamın siyasi yelpazesine sıcak baktığım, argüman toparladığım netameli günler. Meğer seküler refleks hiç sevmezmiş bu Müslümanları da bihabermişim olan bitenlerden. Timurtaş hoca, Fethullah hoca gibi kasetçi hocaların vaazları Ferdi ve Orhan babaların kasetlerinin arasında işporta arabalarında bir hit yarışında...Milli Gazete hem çalıştığım hem de dilini öğrenmeye çalıştığım müslümanları etüd etmeye çalıştığım yerdi. Sigortasız çalışıyordum, ama  duymaya başladığım vatan-millet-sakarya edebiyatının ilk nağmeleri bu durumu fazla da önemsetmiyordu bana. Hoş sonradan çalıştığım bütün islami kuruluşlarda emek hususunda ne islam hukuku ne de beşeri hukukun ilkeleri geçerliydi. Sloganlar rafineydi lakin. Genel geçer kurallar gidişata göre kolaylıkla revize edilebiliyordu. Bütün islami kurallar bütün islami gruplar arasında oldukça tezat teşkil edebilecek şekilde biçimlenebiliyordu. Ateist sürecimde kavram kargaşam halet-i ruhiyemde derin tahribat yaparken bir kurtuluş kapısı olarak gördüğüm dinimin inananları arasında çelişkiler ve tutarsızlıklar çok daha fazla acımı acıtıyordu. Allah'tan yalnızca Kur'anı okuyarak islamı kendime yol olarak seçmiştim. Elbette ki Rabbimin hidayetiyle.

Ne çok isim girdi hayatıma...Ne çok olaylara müşahede ettim.
"Kişinin namazı ve orucu sizi aldatmasın. Onu büyük-küçük menfeatler karşısında dene" diyen sevgilim, peygamberim beni sakinleştiriyordu.
Neyse, buradaki ayrıntılar alabildiğince uzun ve karmaşık. Zaman zaman bu konuyu yine deşmeye çalışacağım. Asıl gelmek istediğim konuya temas edeyim.
İşte o süreçte "Nurculuk" üst başlığında değişik gruplarla tanıştım. Zafer grubu, Adnan Hoca, Kutlular...Bir de Fethullahçılar. Ağlak bir ihtiyarın belagat dolu hitabetine dayalı fanatikler. Bu grup bizimle (Biz radikal islamcıydık. Siyasi İslamlada flört halindeydik) camide bile bizimle aynı safta olmazdı. Sanırım bizi kafir olarak görmekteydiler. Hazindir ki, ben kafirliği bırakıp müslüman olmuştum ama bu grup ısrarla benim kafir kalmamda ısrarcıydı yani.
Çok ta ehli takva durmaktaydılar. Kola içmezlerdi. Peynir mayasından dolayı yemezlerdi. Zeytin bile. Şüpheli herşeyden çekinirlerdi. Mustafa Kemal deccaldi. Dedim ya güzel sanatlarda öğrenciydim. Resim çizenlerin/yapanların kafir olduğunu söylemekteydiler. Hatta çıkardıkları Sızıntı dergisinde kullandıkları fotoğraflarda suretlerin kellelerinde boyunlarından çizik atarlardı. Ki ahirette bunlara ruh üfleyipte onları yarattık dememek için.

Bu arada Kasımpaşa'da geçtiği için bir müddet öğrencilik yıllarım Reis dediğimiz Tayyip Erdoğan'ı benimserdik. Refah Partisinin ihtiyarları gıcık ederdi bizi. Pasif bulurduk onları.

Derken...

Erdemliler Hareketiyle Erbakan Hocanın talebelerinin bir kısmı yol ayrımına geldiler. Bosna savaşı bizleri bir kırılmaya yöneltmişti. Mercimek olayı işin mihengindeydi. 28 şubat filan...Avrupadaki işçilerimizin birikimlerini de İslami Holding furyasıyla çarçur ettiğimiz kırıla dönemi...

İzmir'de ki Yamanlar koleji eğitimin önemini vurgulamıştı müslüman camiada. Fethullahın kolejler macerası da böylelikle başlamıştı. Dağılan SSCB coğrafyası "Türk Okulları" fikriyatıyla içerde bir heyecan dalgası uyandırmıştı. Yavaş yavaş CIA ofislerine dönen Türk Okulları...Bir de Türkçe Olimpiyatları adında sos!
Müslüman abiler parayla tanışmaya başlamıştı, nihayet. Makamla bir de...Değişik dokudaki islami gruplar ince ipler olarak birbirlerine keneplenip kocaman bir urgana dönüşmeye başlamıştı. Şişiyorduk adeta ama biz büyüdüğümüzü zannediyorduk. ZAMAN lehimize çalışıyordu. Hürriyet arayışımız, Milliyetimizi belirginleştiriyor, Cumhuriyet ortak dilimiz oluyordu.

Yani zokayı yutmuştuk aslında. Çünkü devir islamizasyon devriydi. Ama lighgtinden. Ilımlısından.
Cemaat artık "THE" takısı almıştı.
İşin tuzu biberi o kadar yavşamıştı ki herşey akaidde revizyon dönemi başlıyordu. Kelime-i Şehadet bölünüyor, Muhammedür Resulullah bir kenara alınıyordu. Olsun, ne gam; beraber yürüyorduk biz bu yollarda...Beraber yürütüyorduk...Bilemiyorduk İslamı bölenin vatanı bölmekte tereddüt etmeyeceğini. 15 Temmuz işte bize bunu düşündürttü. Hocaefendi nihayetinde Teröristbaşılarından biriydi.

Genişletilmiş Ortadoğu Projesi oldukça alangirli bir albeni sunuyordu erkanımıza.

Derken...
Arap baharı! Ya da Facebook devrimi. Ki biz bu Facebookla evliliklerimizi bile bitirir hale geldik. Müslüman doku çürüyordu. Evlatlarını kendi değerleriyle yetiştirmeyip, moderniteyi yeni bir din olarak benimsemiştik hasılı. İthal ikame islam heryerdeydi; ama yüreklerde değil...Ama hayatımız da hiç değil!

Saddamın hazin sonu...
Kaddafinin...Baltacının kızı Esmanın Şehadeti gözümüzü açmaya başlamıştı. Asıl sorgulamayı zaten 11 Eylülle yapmaya başlamıştık aslında. Öyle ya, Afganistanın işgaliyle mücahit kardeşlerimiz dünya eroin imalatının %94 ünü gerçekleştirmeye başlamıştı.
İslami terör furyası artık dünyanın da gündemiydi. Boko haramdan Deaş'a...
40 yıldır ülkemizin nadide terör örgütü PKAKA artık yalnız değildi.
Bir de suflilik...Yanmaz kefenler, kendi babasını görmezden gelip ademe baba bulanlar...New age İslamizasyon...Süslümanlar devri yani!

***
Herşeye rağmen Recep Tayyip Erdoğan...İçimizdeki arayışın adresi olmuştu. Lakin unuttuğumuz birşey vardı...RTE süperman değildi. Heryere onun yetişmesi mümkün değildi. Allah ona ömür versin ki en azından istikrar sürsün. Ki aklımızı başımıza biran önce devşirelim.

***
Şimdi müteala dönemi...Tefekkür...Tasavvur...İdrak illa ki!
***
Olayları çözümsüyebilmek adına; şimdi Kuran Okuma zamanı!

günahlar kriminal, hidayetin kaymak tabakası, digital ilmihal, tekbir ki marka;
...
Alamet-i farika, das kapital, hemi de okunmuşundan,
...
Kutsi yıldızlarımız, huzur sokağında,
kaldırımlarda, bir şanzelize havası,
ciğerlerimizde, nargile tıpası!
...
Modern cehlin tekamülü, şimdinin dindarı, vatikan mamülü;
...
Buyrun darb-ı mesele, garb-ı nesile;
...
Ezan bir ses; azizallah de yarıda kes!Bir din;
ilahı kuransız,
peygamberi,
sevdasız...
turizmi var,
umreli neli,
yeni nesil islam,
hay! yani selam!
...
Ey! iman edenler; "bir kez daha iman ediniz," derken,
kastı bizeydi, sanırım rabbimizin!
...
"Yalnızca iman ettik demekle,
kurtulacağınızı mı, zannediyorsunuz" derken rabbim!
...
kınama değil, bu mısralar,
çuvaldızlısından!
...
Habersiziz Rabbimizden!
...
Yalan söyleyen, ya da gerçeği gizleyen,
din uluları, ruhbanlar, din baronları...
ve aklını, onlara teslim etmiş,
yüreğini ve imanını,
modern zaman müslümanları!
...
bir kez,
ama bir kez,
okuyun artık şu Kur'an-ı!
***
Şimdilerde, asrın en büyük musibeti
LBGT ye kuluçkaya yatadursun,
ateist, kominist eli kanlı terör örgütü hdp,
ve gözyumsun,
çanak tutsun buna haşhaşiler güruhu,
biz ki genç idik bir zamanlar,
ilim yayma yurdunda,
başka sabahlara uyanırdık,
seksen sonrası üniversite öğrencisi olarak...
...
rüyalarımızda,
tesettürlü bacılarımız,
okul koridorlarında koşuştururlardı
gümüş yüzüklü hocalarımız vardı.
gençler vardı alınları secdelere değen,
ayasofyada tekbir sesleri...
ya işte öyle;
ya ve sin arasında gider gelirdik...
çokta sinkaf eylerdik!
...
aslında çok şeyde istemezdik,
belki ne istenileceğini de bilmezdik.
...
cuma namazı kılan bir başbakan,
takunyalı müsteşarlar,
yeterde artardı...
...
Erbakan; hep çıtayı yükseltirdi ,
gümüş motor derdi,
oysa biz gümüş yüzüğe tavdık!
...
Reis vardı bir de,
üçüncü viyana kuşatmasından dem vuran,
ilim yayma gecelerinde biz ki,
demli çaylar eşliğinde devletler kuran!
...
Bir beyan insan; yayınevlerimizdi,
İslam mecmuası iskenderin paşası,
İsmailağada ağzımızda misvak,
şalvar yavuzselimde islamcının üniforması...
...
Gelgitlerimiz vardı; Türkiye darül harp mı, islam mı?
...
yedi güzel adamdan cahit pek zarif,
bir kısmı pek kurumluydu,
yetişirdi özel adam ismet,
erbain derdi amentü derdik
biz ali şeriatiyle
dört zindanı tırnaklarımızla kazırdık...
işaretlerimiz vardı yollarda,
kutup ayılarını görmezden gelirdik.
...
Biz islamcı gençlerdik...
badem bıyıklı nurcuları pek sevmezdik,
nedense onlarda bizi!
...
Kurumuşsa içimiz sakaryayı salardık,
üsdat yıpranmış sesiyle
masum çocuğuydu anadolunun!
sende durma hasan nail,
içimizi kanat!
üçüncü sınıf düğün salonlarında,
imdadımıza yetişirdi hz. ömerin adaleti!
biz hayatı başka türlü sahnelerdik!
...
öğrenci yurt odalarında yurttan sesler korosu,
anadolunun herbir köşesinden gelen,
garip çocuklar ordusu!
...
Ah ali bulaç,
mekke resuller yolu,
neden kafalarımız bulamaç!
...
Adnanımın henüz bir kedisi bile yok!
...
metin, sadrettin ve edip,
ey nesil, durma yüksel!
...
Gazete milli,
devir yeni devir!
zamansa kapıda!
akitleşmemiştik te,
dilimiz pak idi,
hem ki lümpenin fehmisi,
koru Allahım, aklımı koru!
...
Gurbette bir kımıldanma,
alman markı milli görüşün hizmetinde,
anadolumda bir yığın holding!
we are going!
...
kasetler beyazıt meydanında,
timurtaş uçar,
uçur hocam uçur!
hele şu ağlak adam,
sızıntısında bütün adamların kellesi uçuşur!
...
islamizasyon!
...
ilim yayma yurdu bize söğüt,
sabahlara kadar öğüt!
humeyni bir buğday tanesi,
ey şehid ey şehid!
kaçardı uykularımız,
biz de kuşların kanadına,
sabahlara kadar hak yol islam yazardık!
...
hasan el benna firavunun sarayında,
henüz ne taliban ne ışid var kulaklarda,
yaşasın said havva,
en çok ta mevdudi...
cami çıkışlarında
ışıkçılar bedavadan dağıtırlardı,
herkese lazım olan eman'ı.
...
tanrı dağı kadar Türk,
hira dağı kadar Müslüman olan türkçüler
hep oyunbozandı!
...
sülümancılar ve diyanet erbabı,
bize göre çok kıldı!
...
hele namaz kılmaz ise,
bir de manita yapmışsa kendine,
bir de termonilijisi entelse,
onlar radikal müslümandı!
...
sonra,
aradan çokca zaman gecince,
yani yurtlarda kalan gençler,
büyüyünce,
büyülenince dünyanın nimetlerine...
para ve kadın eli değince,
makamların sıcağıyla,
bir haller oluverdi,
müslümanın her türlüsüne...
...
tekfirler, ifratlar...
tefritler bir de...
...
vefamıza boza pişiren,
ilim yayma günlerinden
pilav günlü hatıralara!..
...
kadayıfın altı kızardı mı bilmem,
biz kadayıf olduk onu bilirim...
ak saçlarımızla akpartili günlere,
islamcılığın tarihinden söz ettim!
...
rüyalarımızın ötesine geçtik,
kabuslara uyandık
...
sahi;
ayasofya açılacak mı?
ARVALAP ADASI
Arvalap adasındaki seçimleri yakından takip ediyorum, elbette. Ülkede uçkurudya dilinde yayın yapan bütün gazeteler bir şekilde günlük olarak mail adresime düşmekte. Oradaki yakın dostlarımın ve gizli bilgi -haber kaynaklarımın ilettiği kulis haberleri ise heran değerlendirmelerime destek sağlamakta. İşte bu yüzden, belki de Arvalap Adasıyla ilgili en sağlıklı haberleri yakalamaktayım. 
Şubat ayının 30'unda toplam nüfusu 80.000 olan Arvalap halkı bu kez sistem değişikliği için sandığa gidiyor. Konunun detaylarına girmezden bilmeyenler için önce adayla ilgili kısa bilgiler vermek istiyorum. 
Arvalap Adası bağımsız adalar topluluğundan bir  tanesi. Adanın önemi işte bu adalar topluluğunun kalbi hükmünde olmasından kaynaklanıyor. Bir zamanlar adalar topluluğu tek bir yönetim altındayken Arvalap Adası bunların başadasıymış. Dünya haritasındaki konumuda oldukça stratejik. Atlantis kıtasının az ötesinde yer alan Bat (Bağımsız Adalar Topluluğu) konjoktürel olarak her açıdan çok önemli. Dünya kaynaklarının-zenginliklerinin %80 i bu bölgede yer almakta. Ancak bir zamanlar M.UK adasının kraliçesi hasetinden "ada deyince biz akla gelmeliyiz" deyip  BAT' ı batırmıştır. Çevrilen entrikaları burada yazmaya kalksam satırlar-sayfalar yetmez.
Nihayet BAT ı batırdıkdan sonra en gözde hedefi olan Arvalap adasına iyice çöreklenmiştir. Burayı nihayetinde dünyanın entrika merkezine çevirmiştir. 
Yaptıklarını sıralayacak olursak;
Öncelikli olarak işin başına kendi adamlarını geçirmiş, adanın yönetimini bütünüyle ele geçirmiştir. Müterake Years lı dönem Arvalapta M.UK laşma sürecidir.
Dünya eroin imalatının %65 i bu adada yapılır hale getirilir.
Ada kadınları mezelik hale getirilir.
Açkurudya dili uydurukçaya dönüştürülür.
Halkın ibadet merkezleri kapatılır.
Yeni bir din belirlenir. New age muasıriyettir yeni dinin adı.
İlk devlet başkanının adı OLGUN dur. Olgunizm adanın gizli ikinci dininin adıdır.
Ancak bir süre sonra M.UK adadaki kullanım hakkını bir başka otoriteye teslim eder. Ada halkı bir süre sonra bunlardan da USAnmıştır.
Adanın okullarında nesiller Papağanca öğrenirler. Ne mutlu Arvalaplıyım diyene demeyi çok sever ada halkı. Aslında mutlu değillerdir ama öyle görünmeyi severler aslında.
Her 10 yılda adayı sel basar.
Her 10 yılda yeni kurtarıcılar çıkar ortaya.
Ada Tvlerinde evlilik programalrı çok seyredilir. Dizilerine bakacak olursanız kimin eli kimin cebinde, kim kimin çocuğu belli değildir.
En sevdikleri uğraş konuşmaktır.
Kitap okumazlar. Ama soracak olursanız ada halkının vazgeçemediği şeydir okumak. Doğrudur da; herşeyin canına okumaya bayılırlar.
Domuz eti yemezler ama kul hakkı yemeye bayılırlar.
Nusr-et pahalı olduğu için Gıyb-et uğrak restoranlarıdır. Dedikodu-gıybet-iftira milli hasletlerinden olmuştur.
Bilim-buluş-keşif-icad sevmezler. Hazıra bayılırlar. Bir de derler ki "Kaptan Coustou'da bizdenmiş!"
Futbol sevdikleri bir ayindir.
Kendilerine küfredeni el üstünde tutmayı da pek bi severler.
Yönetimde yer alacakların liyakatsiz olmaları tercih sebebidir.
Dinlerine küfredin ama yönetilerini sakın ola ki eleştirmeyin.
Adada din uluları ve ruhbanlar önemli kanaat önderidirler. Hele ki Ciamaat mensupları derin sızıcılardır. Miktarınca herşeye fetva bulabilirsiniz.
Çocuklarını bir Arvalaplı olarak asla yetiştirmezler. Yetiştiremezler. Çocuk edebiyatı, çizgi filmler, oyuncaklar filan M.UK değerlerinde üretilir.
Milli eğitim, milli istihbarat çok ta önemli değildir ama milli piyango en ulusal kuruluşlarıdır.
Şiddet ülkenin ikinci en büyük konuşulan dilidir. Sinkaf müzesinde yedikleri haltlar teşhirdedir.
Adada trafik olağanüstü karmaşık yapıdadır. Kazara bir tartışmaya karıştığınızda rahat olun. Çünkü bütün kasko poliçeleri mirasçılarınızın hakkını gözetir. Onlar zengin olurken siz toprağın altında rahatça uyursunuz. 
İlerleyen aşamalarda yine Arvalap Adasından bahsetmeye devam edeceğiz. Şimdi 30 şubata kilitlenelim. Bütün dünya adadaki seçime endekslendi zaten.
Sistem kaldığı yerden devam mı edecek, yoksa adanın lideri bambaşka bir kimlikle yönetimi bir başka misyona mı sürükleyecek, göreceğiz. 
Seçim sonrası belki de yalnızca BAT ta değil...M.UK ta değil...Bütün dünyada çokça değişikliğinde sebebi olabilir. HEMEN HERKES BU SEÇİME ADETA BİR KIYAMET SEÇİMİ muamelesi yapmakta ki aslında asıl sıkıntı bu. 
Hakedildiğimiz gibi yönetiliriz...Bu Ada halkının unuttuğu bir şey...
Bir de kaderin üstünde bir kader vardır diye düşünüp kederlenmemekte lazım. 
Ki zaten inandığınız şekilde yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanırsınız" sözü aslında ada halkının sosyolojik durum tespiti... 
Her son bir başlangıç...her başlangıç ta bir son'un kozasıdır nihayetinde. 
"Kıramen Katibin ne yazacak" aslında hayattaki seçimlerimiz hususunda? İşte asıl benim beklediğim cevap bu!

EVET göreceğiz...
Hayr olsun!
HALKIN KARARGAHI
Şu Fırat'ın suyu akar, suyu serindir...
Söyletmeyin Beni Anam Yaram Derindir 
Ölem Ölem Yaram Derindir Nasıl Gülem...Körolası Zalim Fırat Ocaklar Yıkar 
Ölem Ölem Ocaklar Yıkar Nasıl Gülem /Ahbapların Gelmiş Ağıtlar Yakar /Ölem Ölem Derdo Ölem Ağıtlar Yakar / Söyletmeyin Beni Anam Yaram Derindir / Ölem Ölem Yaram Derindir Nasıl Gülem...
Yani Hande Fırat...
Hani 15 Temmuz gecesi...AA ve TRT tarafından Reisimize sahip çıkılmayınca...demecini CNN ekranlarından halkıyla buluşturan gazeteci. Bu kez de Karargah genellemesi ile birilerinin...özellikle Erbakan hocamızın işaret ettiği "ordu mensupları başörtülülere selam duracak" sözü tecelli edince...
Yani Peygamber ocağında başörtülü askere kolaylık getiren düzenleme hasıl olunca...
Hani işine gelince seküler, işine gelince dini bir terim olan şehitlik makamını ukdesine alan kafa...
15 Temmuzda halkına silah tutan birilerini bünyesinde barındıran...
Dünyanın en gelişmiş askeri bizi markasını kullanıpta üç tane eşkiyayı 40 yıldır millete musallat kılan organizasyon içindeki karargah adı altındaki ne idüğü belirsiz tanımın failleri...
Hande Fırat'a açıklama yapmışlar; "rahatsızız!"
Aynıyla vaki: bende sizden rahatsızım kardeşim.
Bu millete ayar çekmelerinizden misal...
Azgelişmişliğimizin en önemli müsebbiplerinden olduğunuz için rahatsızım sizden.
Üzerinizdeki üniformalar sizi daha vatanperver yapmaz. Vatan görevi adına aynı zamanda para aldığınızın da karşılığıdır bu durumunuz. Yani adam gibi görevinizi yapmanız gerektiğinin karşılığıdır. Bir çöpçü kadar işinizin hakkını vermeniz gerektiğinin sembolüdür o kıyafetiniz. O şerefli kıyafeti bu ülkeye ihanet edesiniz, efendilerinize hizmet edesiniz diye giydirmiyor bu necip millet. Pensilvanya/Vatikan uşağına iman edesiniz...diye de...Ya da Nato'nun askeri değilsiniz be kardeşim!
Bakın paralı askerlere karşı duran halkın destanını bir kez daha hatırlatırım. 15 Temmuz ihanet sayfanıza bir bakın hele.
Siz misiniz Müslüman Türkün askeri?
Bakın vatan savunması ve sevgisi imandandır ve bunun üniforması olmaz. Bu Cihad ayetlerine olan imanımızın karşılığıdır.
Biz er hükmünde generalleriz. Biz halkız. Biz halkın karargahı olarak ta diyoruz ki...sizin vazifeniz emekliliğinize kadar. Bizim ki de ölene kadar! 
Tenzih ile ifade ediyorum; askerimin içine yuvalanmış köpekleredir sözüm.
Mehmetçik vazifesinin başındadır. İşte, sokakta, atölyede, evde, barkta...her yerde...
Mehmetçik kendi görünümlü guguk kuşlarının da farkındadır, değil mi sayın genel kurmayım?
Ki;
KIYAMETE KADAR VATAN NÖBETİ YAZILDI SANA MİLLETİM!
SUPERMAN TAYYİP
Kim ki Tayyip Erdoğan'ın bir Süperman olduğunu söylüyorsa yalan söylüyordur. 
O ayrıca bir Batman'da değildir, Örümcek Adam'da.
Yani o bir sanal kahraman değildir. Hele ki batı mahreçli bir sanal kahraman hiç değil. 
O ileride tarihin ifşa edeceği veçhile gerçek bir kahramandır. O en az Redkit kadar yalnız bir kahramandır. 
Yoo...vıcık vıcık bir yağcılığı içeren satırlar sıralamayacağım. Yalakalık zaten hamd olsun şanımızda yok. 
Aynıyla vaki bir durum tespiti olacak ifade edeceklerim.
Müsaade buyurun...
300 yıllık köhneleşmiş zihniyetimizin, makus talihimizin bir çırpıda değişeceğini/değiştirileceğini zannedenler varsa...kusura bakmayın büyük bir yanılgı içerisindesiniz demektir. Lakin son 15 yılın siyaseten istikrar dönemi en azından bazı şeyleri oturup düşünmemize de zemin sağlamıştır. 
Hele ki 15 Temmuz tarihin kırılma noktalarından biri olmuştur. Dahili ve harici bedbahtlar kavramını somutlamıştır. 
Artık din ve dini yapılanmaların irdelenmesine sebebiyet oluşturacak ortamı tesis etmiştir. 
Bütün bunlar olup biterken herşeyin evrilme seyir çizgisini iyi takip etmek gerekir diye düşünüyorum.
Gezi olayları öncesiydi. Bir Tüsiad toplantısında reis "milli otomobil" kavramını ifade etmişti. Ki bir de Davos'ta ki "One Minute" betimlemesi adeta reisin ipinin çekildiğinin de alametlerini taşıyordu. Hele bir de defaaten, "Dünya beşten büyüktür" vurgusu çıldırtmaya yetmişti uluslararası hegemonları.
Eğitimin millileşmesi...müfredatın millileşmesi yine can conulardan ve başlıklardandı. 
Milli Kültür Şurası ise bir başka meydan okuma içeriyordu, batıl organizasyonlara...
"Bir kahraman aranıyordu ve artık o işbaşında" başlığında reis ilk başbakan olduğu gün akit gazetesine ilan vermiştim. İkinci tezkere müzakere ediliyordu mecliste. Ordumuz Irak'a girsin mi yoklamasıydı bu oylama. 
İşte reisin bu çekinceli şerhi batıyla restleşmeninde ilk işaretiydi. 
Lakin zaman  ihanet yapılanması açısından sosyal ve bürokratik doku fethullahçı örgütten yanaydı. Ki reis yine defalarca vurgulamıştı, "iktidar olduk, muktedir olamadık" diye. Hem rejimin yıllarca kireçlenmiş mevzuat hazretleri yapısı hem de iktidarın gizli ortağı bu yapı aman vermiyordu.  
Kolay değildi muhtar bile olamaz denilen adamın muktedir olma mücadelesi. Onca ihanete onca yüz çevirmeye tek başına karşı koymak. Eyyamcı bir kısım takiplerince ve kahir ekseriye iztemezükçü güruha rağmen "beka" sorunu yaşayan ülkeye yön vermek, rota çizmek.
Ve reis nihayet bugün yaşanan tarihi  olayı  bu millete ikram ederken ben de nacizane satır aralarına dikkat çekmek istiyorum. 
"Önümüzde yapmamız gereken çok büyük ve hayati işler var. Öncellikle kültür faaliyetleri adı altında niteliksiz, milli kültürümüze uymayan, kültür hayatımıza katkı sağlamayan etkinlikler konusunda dikkatli olmalıyız. Çağımızın en büyük sorunlarından biri kültürel sığlaşmadır. Kalıcı ve uzun vadeli işlere yoğunlaşmalıyız.”
Bu ifadenin altına ben kalıbımı basarım arkadaş. Reis süperman değil derken işte bu teşhisten dolayı vurgu yapmak istedim. 
Şimdi ıslak imza hükmünde devletin bütün birimlerinin bu açıklamanın hakkını vermeleri gerekir. İlgili bakanlıklar, belediyeler, bilumum konuyla ilgili kuruluşlar bu sözün icrası noktasında harekete geçmesi gerekir. Yani milli seferberlik başlığı altında herkes görev başına!
Ki zatımızın 15 yıldır ısrarla işaret ettiği hususta budur. 
Devam ediyor reis ve diyor ki, "Televizyonun, internetin özellikle de sosyal medyanın kültürümüzü adeta yiyip bitirmesine göz yumamayız. Tam tersine bu imkanları kendi kültürümüzü, yeni kuşaklara aktarma konusunda kullanmanın yollarını aramalıyız."
Bu cümlesi ise şut ve gol hükmündedir; "Medya alanındaki faaliyetlerimizin ölçüsü de bilmekle anlamak arasındaki farkı ifade eden kültür ve irfan kavramları olmalıdır. İrfandan yoksun bir kültür hamallıktan başka bir şey değildir. Ahlaktan yoksun bir kültür anlayışı bizi ancak yozlaşmaya götürür. Sanat ve kültürün amacı insanı akli ve ahlaki kemale ulaştırmaktır.”
Daha ne desin reis?
Alın size sözel anayasa! Bu sözlerin hakkını verecek bir kadro hem reisini yalnız bırakmadığını ispatlayacaktır. Hem de mazeret üretmenin tarihe karıştığının...
Kahraman işbaşında, bunu biliyoruz. Ya biz; işbaşında mıyız? İş peşinde miyiz?

ROCKEFELLER 
David 101 yaşında, 200. yaşını göremeden fani dünyayı terkeyledi. Çokça yedek parça takviyesi yapılmıştı halbuki. 6 kez kalp nakli ve bilumum takviyeler.
"Dünyada bin devlet oluşturduğumuzda, modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların, kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entellektüelleri olan elitin otoritesi altına girecektir.Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur." sözlerinin sahibi olan David'ten bahsediyorum. Rockefeller...Yani dünya hegomanlarının ağabasından..
.
"Rockefeller Ailesi'nin "resmi" biyografilerinde dinle ilişkilerinin ve hayır işlerinin karışık ve özel bir yeri var. Rockefellerların "hayır işleme yoluyla cennete gitme ve ticaretin günahlarından arınma" işine ne kadar inandıklarını bilemeyiz ancak şunu kesin olarak söyleyebiliyoruz:

Rockefellerlar kurmuş oldukları "hayırsever" kuruluşlar vasıtasıyla dünyanın dört bir yanında ABD'nin iktisadi olduğu kadar ideolojik ve moral üstünlüğünü de garanti altına almayı bir yatırım stratejisi olarak benimseyecek ve bu uğurda milyarlarca dolar harcamaktan çekinmeyecek netlikte sınıf bilincine sahip bir kapitalist ailedir.
Bu kuruluşlar arasından en bilineni kuşkusuz Rockefeller Vakfı. Vakıf, özellikle bilimsel çalışmalara yaptığı maddi destekle, dünyanın çeşitli ülkelerindeki araştırmacılara verdiği burslarla "düşünce dünyasını" belirleme ve ABD merkezli bir akademik dünya kurulmasında kritik bir rol oynadı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yerini antikomünist sözde "Hür Dünya"da seçmiş, Marshall Planı'nın bir parçası olarak "küçük ABD" olmayı önüne koymuş ve 1952'de Sovyetlere karşı emperyalizmin sınır karakolu olarak NATO'ya girmiş Türkiye de özellikle 1950'lerle birlikte Rockefeller'ın ilgi alanına büyük bir yoğunlukla girmeye başlar. Aynı dönemde Demokrat Parti'nin iktidara gelmesi ve ABD'nin "insani" faaliyetlerinin Türkiye'de hız kazanması tesadüften ötedir. Bu ilişki o kadar net görülmektedir ki 1950'lerde Türkiye'nin New York'taki konsolosluğu Rockefeller Center'ın 50 numaralı dairesindedir."
Tam bu konuda etraflıca bir yazı yazmam gerekir diye düşünürken, hafta içi bir telefon çağrısı beni alt-üst etti. 
Telefonun ucundaki hanımefendi "Kur'an-ı Kerim Dağıtım Merkezi Genel Müdürlüğü" denilen bir yerden aradığını söyleyerek benden bağışta bulunmam için aralıksız-soluksuz bir laf taarruzunda bulunarak ikna çalışması içerisine girdi. Anlayamamıştım önce söylediklerini;
- Neyin genel müdürlüğü, dedim şaşkınlıkla.
- Kur'an-ı Kerim dağıtım merkezi genel müdürlüğü dedi.
Dedim, "pardon nereye bağlısınız? Nasıl bir genel müdürlükmüş bu?"
Eveleme- geveleme derken meğersem Zümrüt bilmem ne isimli bir özel bir yayınevi imiş çene faaaliyetine sebep olan kuruluş. Bağış istiyor kadın ısrarla. Ben parayı istedikleri hesaba yatıracağım, onlar da bu meblağ karşılığı diyanetin bir camisine Kur'an hediye edeceklermiş. "Kur'an okuma kampanyası başlatmışlar"
Dedim, "bu sizin yaptığınız dolandırıcılık!" "Ne demek Genel Müdürlük?"
Hatun ısrarlı..."Bakın beyefendi..." diyerek benim kaz kafalı olduğumu ima etmeye çalışıyor. Onu anlamadığımı filan vurguluyor!..
"Siz diyorum olmayan bir kurumun, hem de bir devlet kurumu görüntüsü altında insanların inançlarını suistimal ediyorsunuz. Sizin daha organize olmuş halinizi bu millet 15 Temmuz'da tanıdı diyerek ben de karşı taarruza geçerek hatuna hem ahlaki hem de milli bir reflekste bulunmaya çalışarak uyarıcı mahiyette ciddi bir cebelleşmenin içine girdim. 
Nihayet görüşmeyi bir hakaret dolu cümle  ile bitirebildim.
Hoop ardından bir kez daha çaldı telefonum. Arayan bir erkekti bu kez. "Siz nasıl olur da hakaret edersiniz?"
Diyemedim, dua edin seküler bir devlette yaşıyorsunuz. Hırsızlığınızın, dolandırıcılığınızın cezası bir uzvunuzun koparılması şeklinde olurdu. Nasılsa bu sistemde yapanın yanına kar kalmakta yapılan suçlar ve ahlaksızlar. Hem siz dini duygular üzerinden yapıyorsunuz sahtekarlığınızı?
Sanırım zembereğim bozulmuştu son cümlemle. Sinkaf dolu sözlerim beni de utandırmadı değil. Çokça tevbe istiğfar çektim arkasından ama...
Aynı gün...
Bir toplantıya gitmek için arabaya bindim. Yol uzun, arabanın radyosunu açtım. Baktım davudi sesli din-iman-vatan-millet-sakarya içerikli...manevi mesir macunu mubarek.heyecanlı bir konuşma yapmakta. Takıldı kulağım...Bir süre sonra işin aslı ortaya çıkıncaya dek dinledim muhteremi.
Meğer bilmemne duası hediye ediyormuş arkadaş. Hediyesi 89 telecik. Her derde deva...Hastalıktan bilumum musibetin hertürlüsüne kesin çare...Sınırlı sayıda imiş. Aradın, yetiştin yetiştin...Yetişemedin küllümsün yani.
Verdikleri telefonu aradım. Bir süre sonra bana döndüler. 
Dedim "Bi kamyon dolusu sipariş vermek istiyorum. İstediğim adrese gönderebilir misiniz? Bir kısmını Filistine, bir kısmını Suriye'ye...Güneydoğu'ya...Arakan'a...gönderseniz de oradaki müslümanlarda çektikleri sıkıntılarından kurtulsalar. Dedim füzesavarı var mı bunun?"
Gözümün önüne Bankasya'nın önünde Cevşen dualarıyla iktidara lanet okuyan bacılarımız geldi. Bir de bedduacı emekli vaiz. 
"Yeni modeli kurduk. Halk seçti cumhurbaşkanını... Başbakan da başkası oldu. Cumhurbaşkanı başka bir partinin genel başkanı, başbakan başka bir partinin genel başkanı... Asıl kavga o zaman çıkacak.." diyen Kılıçdaroğlu da referansını İslam olarak betimledi yakın zamanda. "Efendim İslam'da istişare vardır, esastır. Oturur, konuşursunuz. Burada (yeni sistemde) öyle bir şey yok. Her şey bir kişiye bağlı".
Hele Baykal'a ne demeli; "Böyle bir yetkiyi peygambere versen peygamberi bozarsın. Olmaz, kimseye bu yetki verilmez, verilmemeli." derken o da kendince dini bir arguman kullanmış oluyordu.
Hele ülkenin din ruhbanlarından Beyaz efendiye ne demeli?
Başkanlık sisteminin Türkiye'yi savaşa sürükleyeceğini belirten ünlü ilahiyatçı, buna evet diyeceklere fetva vererek şu ifadeleri kullandı: "Buna evet diyenler Allah katında en büyük cezaya çarpılırlar. O zaman da ey AKP'liler sizi ne namazınız kurtarır ne de orucunuz."
Tabi bu arada Bakara-makara muhabbeti yapanları da yadetmekte fayda var. Abdestli Kapitalistleri de analım, kediciklerin pirini de. Diğerlerini de siz sıralayın, diğer din bezirganlarını. Diğer dinden kazanım elde eden himmetseverleri...Hikmeti efsunda arayanları.
Yakın zamanda 65 ülke arasında bir kıyaslama adına bilimsel çalışma yapılmış. Okuduğunu anlama hususunda 45. sıradaymışız. 
Hayatı ise nasıl anladığımızdan ben birşey anlayabilmiş değilim.


Gomez adında Şili'li bir mühendisin müslüman olma 

hikayesidir.
İslam dinini merak eder Gomez. İnternet üzerinden bir kısım araştırmalar yapar. Geçen sene bu zamanlar dinin pratiğini görmek maksadıyla da bir süreliğine İstanbul'a gelir. Taksim civarındaki bir otele yerleşir.
İlk izlenim olarak kanaatlerini not tutmaya başlar. Havalimanında İstanbul topraklarına ilk adımını attığında ve bir taksiye binipte oteline yerleşmeye giderken notlar almaya başlamıştır bile.
1- "Taksiye bindim. Taksicinin bana yüksek fiat çekmesi ile kazançta müslümanların helal ile haram arasında tercihlerini haramdan yana kullanmaları çok incitiydi.
2- İstanbul'da yol boyu okuduğum tabelalar beni şaşırtmıştı. Yanlışlıkla Londra'ya mı geldim diye düşünmedim değil. Gençlerin üzerlerindeki kıyafetler şaşırtıcıydı. Herbirinin tshirtinde gördüğüm İngiliz-Amerikan bayraklı desenler insana Newyork sokaklarında olduğu izlenimi veriyordu.
4- İnsanların kılık kıyafetleri herhangi batılı bir ülkeden farklı değildi. Özellikle kadınlar geleneksel olarak müslüman kadın profilinden çok uzaktılar. İstanbul sokakları adeta bir podyum gibiydi, kızlar da manken.
Bir süre sonra yoğun trafik şokunu atlattıktan sonra nihayet oteldedir. İstirahata çekilir. Heyecanlıdır. Çünkü ilk kez canlı olarak ezan'ı dinleyecektir. Lakin nafile...Taksim'de ezan sesini duyamaz. Merak eder. Otelin lobisine iner. Görevliye sorar, neden ezan sesini duyamadığını.
Muhabbete başlarlar. Adam alevi olduğunu söyler. Namazlarının Hz. Ali tarafından eda edildiğinden bahseder. Ezan'ın ve namaz'ın sünnilerce önemsendiğinden...Ama zamanında ülkenin kurcusunun ezanı zaten 18 yıl ülkede yasaklattığından filan. Sonra gerici hükümetlerin oy devşirmek için dini nasıl kullandıklarından...
Kafası karışmıştır Şili'li potansiyel müslüman adayının. "Peki ya İran Şiiliği?.."
Gomez notlarına bir yenisini daha elker.
5- Müslümanlar Sünni, Şii, Alevi diye adeta ayrı dinlerin mensupları gibi olmuşlar.
Bir sürü soru taarruzu altında Gomez odasına çekilir. Yorgunluktan hemen uykuya dalar. Rüyasında İşid militanlarınca esir alınmıştır. Ortadoğulu ne kadar İslami adı altında terör mensubu örgüt varsa herbirinin temsilcisi Gomez'e işkence etmektedir. Hatta Nijarya'dan Boko Haram isimli örgüt temsilcisi de...O ise acı içinde haykırmaktadır; "Neden Müslüman olmamı istemiyorsunuz" diye.
Uykusu kaçar Gomez'in. Kan ter içinde uyanmıştır. Sıkıntılı bir şekilde tv yi açar. Kanalarda dolaşırken bir adamın "İslam" kelimesini sık sık kullandığı bir yerde durur. Ekranın sol üst köşesinde A9 yazmaktadır. Modern diye ifade edilen bir görüntü altındaki bir adam etrafına topladığı gençlerle konuşmaktadır. Kızlar dikkatini çeker. Erotik bir kanalın Türkiye'de ne işi var diye düşünmeden edemez. Hadi bir kıyak yapayım sizlere, Gomez'in izlediği programın youtube linkini vereyim:
...
Ertesi sabah Gomez kahvaltı için otelin restoran bölümündedir. Restoranın bir bölümünde bulunan içkili kısım dikkatini çekmiştir. Notlarına bir madde daha ekler.
6- Türkiye'li müslümanların gündelik yaşamlarında alkol önemli bir yer tutmaktadır.
Bu notu daha sonra yapacağı şehir turundan sonra bir kez daha teyid edecektir.
Kahvaltısını yaparken tanıştığı garsona meramını usülünce anlatmaya çalışır; İslam'a olan ilgisini...Garson kendisinin filanca cemaate mensup olduğunu söyler. Arkasından da başlar şeyhinin kerametlerini sıralamaya...
...
Kahvaltı sonrası İstanbul'u gezmek için odasında hazırlık yapmak için yukarı çıkar. Kat görevlisi ile tanışır. Onunla da yaptığı hasbihal neticesinde en doğru şekilde İslam'ı öğrenmek istiyorsa filanca efendinin kitaplarını okuması gerektiğini vurgusuyla karşılaşır.
...
Günlerce İslam'ı öğrenmek adına insanlarla konuşur durur Gomez. Bindiği taksinin sürücüsü bir başka adres gösterir kendisine. Yolda adres sorduğu genç bir delikanlı "abi ben deistim" der.
Bu böyle olmayacak deyip bir teoloji fakültesinin yolunu tutar. Oradaki hocalarla temasa geçmek ister. Kimi ben kelamcıyım der cevaben Gomez'in sorularına...Kimi tefsirciyim... kimi hadisçiyim...
...
Heybesinde çok kelime biriktirir Gomez. Süleymancı, nurcu, ışıkçı...şucu bucu içerikli çokça kelime. Fethullah adını bile duyar Gomez...
İyi de der Gomez, "ben kimin İslamından yana olacağım?" "Hangi İslam beni Rabbime götürecek?"
...
Camileri dolaşır. Sultanahmet'te duyduğu ezan tüylerini diken diken etmeye yetmiştir. Lakin Ezanın sahibine hangi yoldan gitmelidir?
Hocalarla konuşur. Ulaşabildiği her türden din adamıyla...Namaz kıldırma memurlarıyla...Sorar da sorar Gomez? Hangi İslam?
...
Nihayetinde İslam'ı birinci elden ifade eden kitaba yönelir; Kur'an'a! Cat Stevens'in (Yusuf İslam) "Müslümanları tanımazdan önce iyi ki Müslüman olmuşum." sözüne bir yerlerde rastlamış olması kendisini teskine yönlendirir.
...
İslam'ın indiği dönemdeki insanların cahiliye süreçlerini değerlendirir. Bugünkü insanlığın ve müslümanlığın bu cahiliye süreçleri adeta İslam'ın ilk indiği dönemden farksızdır.
...
7- Özellikle Müslümanların kitaplarından habersiz olduklarını gördüm. Kitaplarını okumamaları ne yazık.
8- Önceliklerini peygamberlerinden esirgiyorlar. Tek önder ve liderlerini bırakıp başkalarını rehber ediniyorlar.
9- Art niyetli oluşumların müslüman toplumlarında yuvalanmamaları kaçınılmaz.
...
Gomez kısa süreliğine geldiği İstanbul'da uzunca bir süre kalır. Bir vesileyle bende tanıştım kendisiyle. Edinmiş olduğu küçük bir toplulukla bir İkindi Namazı öncesinde buluştuk. Eyüp Sultan'da...
Kelime_i Şehadetini getirirken nacizane bende yanındaydım.
...

“Eşhedu en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlü.”
...
Gomez adını değiştirmedi. İsmine Eyüp ismini ekledi. Biraz da Eyüp Peygamberden esinlenerek. "Sabrettim ve Rabbim de beni hidayetiyle onurlandırdı.
...
10- Müslümanlar çok sabırsızlar. Şükretmeyi de bilmiyorlar!

ÜLKER PİSKÜVİ
İstanbul'a ilk geldiğimde Mecidiyeköy köprüsünün altında kahvaltı yapma alışkanlığımda hasıl olmuştu. Pirinç güğüm içerisinde satılan kaynar mı kaynar sahlep ile birlikte küt böreği yemek. Ancak nedense börek kürt böreği diye adlandırılıyordu. Bol yağlı yufkadan ibaretti börek. Üzerine de bolca dökülen pudra şekeri. Küt diye bir çırpıda hazırlanmış gariban yemeği. İçinde ne peynir, ne kıyma ne de patates var. İstihza olsun diye kürtlerin garibanlığına atıf mı yapılıyordu yoksa böreği o isimle anmak? Ki o günlerde ne kürt böreği ne boşnak böreği...ne arnavut ciğeri...ne çerkes tavuğu etnisiteyi işaret etmiyordu. 82 yılından bahsediyorum.
İstanbul yine keşmekeşti. Haliç iğrençti. Henüz Refah belediyeleri döneminin yaşanmasına bir 10 yıl kadar vardı.
Tayyip abinin Kasımpaşa yılları...
Öncesinde Turhal'da geçirdiğim yıllarında damak tadını mahalle bakkalından ülker pötibör büsküüt-bisküvit-pisküvi(ne kadar da çok ismi vardı) arasına sıkıştırdığımız lokum oluşturuyordu. Bir de yanında içtiğimiz gazozun. Çok ta tınımızda değildi...yok Ülker'in sahipleri yahudi asıllıymış...Amerikan yardımıyla palazlanmışlar...hele ki süt tozları...genetiğimizle oynanmaya çok önceleri başlanmış filan...
Ülke olarak sağcı ya da solcuyduk yeni yeni...
Gençtik...Takrir-i sükunuda bilmezdik...istiklal mahkemelerini de. Her birimiz birer Recep İvedik olarak yetiştirilme evresindeydik; elbette bilemezdik. Tv' lerimizin o kadar siyah ve beyazdılar ki Acun bile henüz tasarım halinde  değildi.
Kahrolsun diyorduk sağ ya da sol yumruklarımız sıkılı...ya da yaşasın!
Yokluğa efsunluyduk...
Annelerimiz çoook özenliydiler.Sana ile özenle yetiştiriliyorduk. O da bulabilirsek tabii.
Elektrik kesintilerinde gazyağı var dı...doğalgaz doğal olarak yoktu. Kuyruğun her türlüsü vardı gani gani...
Bir de umutlar...Siyasiler öyle diyolardı; Böyyük Türkiye!
ve mutluyduk...öyle ya okul sıralarında ne mutlu Türküm diyorduk, yetiyordu. Türkün Türkten başka dostu yoktu. Buna rağmen yurtta sulh dünya da sulhtu.
Yurtseverler ve milliyetçiler birbirlerine dünyanın değişik milletlerinin ürettikleri silahlarla birbirlerine kurşun döküyorlardı. Nazardan korunmalıydı güzel yurdum.
...
Yıllarca kafalarına aldıkları darbelerle sinir mekanızması bozulurmuş boksörlerin.Parkinson hastası olurlarmış böylelikle. Vücut azaları da başlarmış istemsiz titremelere.
80 li yıllar...Hoop bi darbe daha...Eğitim, sağlık, emniyet adalet...ne varsa toplumun organları-azaları-uzuvları...bir titreme hali; külliyyen...E zaman gerek toparlanmak için...
83 92 arası muhteşem tontonlu yıllar...
92-2002 koalisyonun bilumumu...memleket hırdavatçı dükkanı...
2002- 2017...iktidarız...ama muktedir olamadığımız yıllar...
ve...
bir gizli kardinalin mehdilik operasyonu!
15 Temmuz...
Kriptolar-bylocklar...kim daha hain kim daha yurtsever...
hadi bi nefes alak gari...
al sana 16 nisan...
ve ramak kala;
tekrar kürt böreği...ve tekrar ülker pötibör...
31 mart 2. ci kalkışma...hem de subliminalli...
Evet mi / Hayır mı?
Eski ye özlemin adı irtica diye nitelendirilirken...eskinin devrimcileri hayır'la pek bi muhafazakarlar. Aman düzen bozulmasın! Bozuk düzen diyenler parlementer sistem deyip durmaktalar...
Evet mi? Bir arayışın adı bence...
Pandoranın kutusu 16 nisan da bir kez daha açılacak...
...
Kahir ekseriye EVET beklentili bir süreçteyiz.
...
MİLLETİNİ DENİZE DÖKMEKTEN BAHSEDEN ZİHNİYET TAM DİKTATÖR HEVESLİSİ. ÇIKARIN BARİ TEKRARDAN TAKRİR-İ SÜKUNU.KURUN YENİDEN İSTİKLAL MAHKEMELERİNİ...DARAĞAÇLARI ÇOKTAN BOŞ KALDI ZAHİR!
ŞAŞIYORUM HALA BU KAFAYA MEYLEDENLERE...
...
Aslında vaziyeti şu açıdan pek gören yok;
3 KASIM 2019 DA CUMHURBAŞKANLIĞINA ADAY OLARAK KOYABİLECEĞİNİZ BİR İSİM VAR MI EY MUHALEFET?
NE DERSİN CHP? SAADET? YA DA 7 DÜVEL???
BENCE KONYA MİLLETVEKİLİ BOZKURTU ADAY YAPIN...YAKIŞIR! İSTERSENİZ SİZE GÜL'ELİM ŞİMDİDEN!!!
...
Bir yandan da AK PARTİ ile AKPliler...
...
Serin sular mı derin konular mı?

REFERANDUM SONUÇLARI
Kapalı salon toplantılarıyla propaganda olmaz. Bütün teşkilatların sokağa inmesi lazım. Özellikle belediye başkanlarının ve üst yönetimlerin. Şunun şurasında ne kaldı ki...Bakın partiden nemalanmış eski kallavi isimler ortada yoklar. Anket sonuçları hayra alamet değil. Demedi demeyin...Daha sıkı çalışılmalı...7 Haziran'ı hatırlayın...Reisi yalnız bırakanları görüyoruz, bari milleti olarak bizler olaya yoğunlaşalım...Sakın gevşemeyin...Yüksek beklentiler adına sahadan çekilmeyin...
Çabuk, bize yakın derneklerle temasa geç. Güzelce bir de yemek organizasyonu yapalım. Bir de bizden bi zevat gelsin, konuşma yapsın. Basına da haber verin. Dernek yönetimine de bi miktar bağış yapın. Gelen kalabalık bizimle aynı düşüncede ama...olsun! Maksat propaganda olsun. Teşkilat çalışıyor dedirtmek için ne gerekiyorsa onu yapın.
- Ne demek kararsızlar var?
"SONAR referandum için yaptığı araştırmanın sonucunu duyurdu. Sonuçlara göre, “Hayır” oyu vereceklerin oranı yüzde 51,02 olarak gözüküyor.
SONAR, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayyip Erdoğan’ın yüzde 52 oy alacağını öngören bir anket gerçekleştirmişti. Seçim sonucu Erdoğan'ın aldığı oy yüzdesi 51,76 olmuştu.
SONAR mart ayı referandum anketine göre, “Evet” oyu verecek olanlar yüzde 48,98’de kalırken, “Hayır” oyu verecek olanlar yüzde 51,02 ile önde gözüküyor."
Ekabirler, eyyamcılar, nemelazımcılar için hertürlü sonuca göre reaksiyon almak kolay.
Sözüm "dava" derdinde olanlara...
DEMEDİ DEMEYİN, demiştik.
16 NİSAN tablosu ise kazandık ama kaybettik hükmünde.
Kibir ve eyyamcı tayfası bu kaybın esas sorumlularıdır. Dava bilinci olmayıp siyaseti geçim ve hatta ticaret kapısı kılanlar milletten kopukluklarının tezahürünü aksettirmişlerdir bu tabloya. 
Seçimin tarafları belli idi. Yoğun kesimde kararsızlar cenahındaydı. CHP nin ve diğer partilerin kararsızları yoktu. Oysa Akp nin kararsızları...de ki münafıkları bu sonucun tevillerinde amil kesimi oluşturdular. Hele büyük şehirlerin...Ankara ve İstanbul'un oy kaybı gelecekle ilgili endişe oluşturmalı. Hep ertelenen, peki siyasette hiç mi Fetö yok sorusu...Hele hele Ak Parti içindeki yuvalanmış kriptolar millette samimiyet sorgulamasına sebep olmuştur. 
Gençlik asla anlaşılamamıştır. Nargile gençliğinden, salon gençliğinden dava adamı üretemezsiniz. Toplumun suflileşmesinin en büyük etkileşimini gençler taşımaktadırlar.
Dolayısıyla...
Yepyeni kadrolara ihtiyaç vardır. 
Ki bu seçiin ana argümanı salt anayasa değişikliği paketi oylaması şeklinde olmamıştır. Adeta Tayyip Erdoğan ile alakalı bir güven oyu yoklaması yapılmıştır. 
Ve kendisi tek aday noktasında halkın karşısına çıkarılmıştır.
Ve ayrıca göstermiştir ki belediyelerin bir çoğu AkParti nin başlangıçtaki "Erdemli Siyaset" çizgisinden uzaklaştıkları yönündedir.
Demedi demeyin...Bu kadro ve bu kafa ile önümüz karanlıktır. 
Abdullah Gül'ün karşı tarafın adayı olarak seçime hazırlanması halinde bir sonraki seçimi reise rağmen dahi kaybetmemiz kuvvetle muhtemeldir.
Şu zafer naralarını bir kenara birakıp şapkayı önümüze koyma zamanı gelmişitr.
Hazır seçim bitmişken söylemeden edemeyeceğim...Bu 18 maddeyi kim kaleme aldı Allah aşkına? Reis yine yanlış yönlendirildi bence bu hususta da.
Acilen gençliğe yönelik çalışmalara yoğunlaşmalıyız. Unutmayın, şu an 16 yaşındaki çocuklar 2 sene sonrasının seçmenleri olacak. İvedik ve survivor gençliği ise siyasette dava misyonu edinemezler.
ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT
Tek önderimiz ve tek liderimiz, efendimiz SAV buyurmuşlardır ki;
"Bir gün gelecek (kafir) milletler sizin başınıza oburların yemek çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler. (Orada bulunanlar) dediler ki; O gün biz az olacağımız için mi böyle olacak ya Rasulallah? Rasulullah (sav) dedi ki; Hayır o gün siz çok olacaksınız, lakin siz selin üzerinde sürünüp giden çer çöp gibi olacaksınız. Zira Allah heybetinizi (korkunuzu) düşmanlarınızın kalbinden çekip alacak ve sizin kalbinize 'vehen' yerleştirecek. Dedikler ki; Vehen nedir ya Rasullallah? Rasulullah (sav) dedi ki; Dünya sevgisi ve ölümü kerih görmek (ölüm korkusu).


Bunun içindir ki emr-i bil maruf demişizdir, nehy-i anil münker! Yani iyiliğin tavsiyesi ve kötülükle mücadele imani meselemizdir. Elimizle, dilimizle...olmadı kalben buğz ederek kötülüğün reddi temel hassasiyetimizdir. Ki aynı zamanda haksızlığa karşı susmayışımız dilsiz şeytan olmamak içindir.
Bu inanç manzumemiz bizi "İlay-ı Kelimetullah" kapsamlı bir milli mefkurenin kapısına sevketmişizdir ki bu uğurdaki mücadelenizin adı Cihad'dır.
Asr suresidir iman coğrafyamızın sınırlarını belirleyen ilkemiz.
Şimdi...
ise...
Ümmetin topraklarında şeytani organizasyonlar cirit atmakta. Evlatlarımız...yani Fatihin nesli...okullarımızda "Zulüm 1453'te başladı" diyecek kadar bizans nesline dönüşmekte. Lut kavmini lanetleyen bizlerin nesli LGBTİ isimli gayrı ahlaki bir terör örgütünün elamanlarına dönüşmekteler.
Ensest utancımız...
Çocuk tacizleri yüz karamız...
"Recep'le Şaban'ın aşkına Ramazan ne karışır" diyen soysuz müptelalıkların-alışkanlıkların arenası oldu neslimizin günlük yaşamı...
Uyuşturucunun her türü türlü türlü!
Uyuştu kanımız...
Takatsiz kaldı imanımız...
...
Müşrik yapının nimetleri Allah'ın nimetlerinin önüne geçti. Makam, mevki...Servet, şöhret müptelalığı da cabası...Afetimiz akıbetimiz!
...
İslam zaafiyetlerimizin sosu...
Dil alışkanlığı hükmünde şehadetimiz...
...
Hristiyanlar gibi yaşar olduk...Çünkü inandığımız şekilde yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanır olduk...
...
Evlatlarımızla vuruluyoruz...Onlara yüklemlediğimiz batı alışkanlıkları onların yeni amentüsü...
...
Neden diyemiyoruz? Sorgulamaktan bile bizarız!
Eleştiri getirenlere bile tahammülümüz kalmadı. Allah'ı ve Resulunu hatırlatmak ise malum; gericilik!
...
Sustukça, susturulduk! Sustukça yorulduk!
...
Tarihin biteviye sahnesinde son 10 yılımız...
25 milyon nüfusumuz 12 yaşının altında.
Bu çocukları kendi değerlerimizle yetiştirdik ne ala!
...
Milli Çocuk Edebiyatı...Çizgi filmler-İnternet oyunları-Milli Sinema...Milli oyuncak... Yani informal eğitim!
...
Kızının adını Fatıma koyman seni kurtarmayacak, Müslüman. Çünkü onun eline Barby bebeği tutuşturan senin. Ona biçtiğin rol model Barby Bebek! 90-60-90 ölçüleri yeterli onun için? Sakın Hz. Meryem'den bahsetme ona. Çünkü o eskilerin hikayeleri!
Oğlunun adını Muhammed koymakla hiçbirşeyi halledemeyeceğini akletmiyor musun? Onun rol modeli Mus'ab Bin Umeyr değil ki? O nerden bilsin Tarık Bin Ziyad'ı? Sen başka diyarları cennet eylemişsin, gemiler yakıyorsun o diyarlar uğruna kendin farkında değilken, o masum neylesin? Evladını yakıyorsun desem kızar mısın bana? Olsun, Batman bizi kurtarır mı diyorsun? Süperman süper nefesiyle söndürür mü sanıyorsun ateşi insanlar ve taşlar olan cehennem ateşini?
Aynen Gıybet yaparak kardeşinin de etini yiyorsun desem tuhaf bakışlar da atar mısın bana?
Bizi vuran İngilizin kültür kurşunu...Ruhlarımız, akıllarımızı, imanımızı delik deşik ettiler...Ortalıkta salınarak dolaşan yalnızca bedenin...Zombileşmiş...
Bak Endülüs'e...Bişi olmaz dediler...Yok oldular...800 yıllık uygarlıktan sonra...Hristiyanları ve Yahudileri dost tutmuşlardı çünkü. Çöküşünü hatırla deden Osmanlının...Onu da kendi değerlerine yabancılaşmış kendi evlatları bitirmediler mi?
Neyine güvenirsin genç cumhuriyetinin? Askeri, siyasi, ekonomik açıdan...kıskıvrak batıya bağlı çömezin...Bak nasılda tıkalı/kapalı değişime?
Hoş...
Bir topluluk kendini değiştirmeden Allah onları değiştirmez/dönüştürmez!
Yani:
Ey iman edenler! Bir kez daha iman ediniz!
...
Yani mini bir referandum daha yapalım;
Dünyevileşerek yok mu olacağız? Dünyayı da talan ederek...
Ahiret yolunun yolcuları olarak dünyayı ahiretin bir tarlası olarak ekip biçecek miyiz? Allah'ın herbir atomunun huzur bulmasını gaye edinerek...

İşte bu ifade Cenab_ı peygamberin üzerinde iyice düşünülmesi gereken sözlerinden birisidir. 
İşte bu hadis çerçevesinde yakın tarihimizi büyüteç altına almamız gerekir. 
Asr suresinin gereğini yerine getirmediğimizde...yani iyilik ile kötülük arasında saf tutmayı bırakınca...
Yani bir de okur-yazarlık hususunda İslam alemi olarak sakil kalınca...
Kısa sürede kaybederiz vatan topraklarını...
Çözümler ararız Pantürkizm, Panislam türünden bilumum batı kökenli pan hareketlerince...Nihayet bir pantalona razı kalırız. 
Kurtuluş devresi evresi...Selanikli ve Londralı iki sarışın mavi gözlü çocuk kibrit suyu dökerler İslam çınarının dibine.
Karanlık bir tüneldeyizdir artık. İnkılaplar, ihtilaller filan derken...
Hikayemize Ferdi Tayfurda girer Orhan babada...Babalar babayı almamızı sağlarlar...Fikri sağlar ise Kültür bakanı...Çarkıfelek döner de döner...
Dedem babam, ben ve oğlum beraber yaşarız bu dönenceyi...
Fener vardır...zengin tayfası...Gassaray aristokratlığın kalesi...Bir de özlemlerimizin, kaybedişlerimizin sembolü Beşiktaşımız...Arabacı takımıdır nihayetinde, halkın takımı. Herkesin ikinci takımıdır o. 
Bu üç takımın hülasası olarak ortaya çıkar Akparti.
Siyasal İslamcılığın son arayışıdır o. 
Ve siyasal İslamın son çırpınışı.
İktidar olmuştur olmasına da...muktedir olamaz bir türlü. Ne mimari değerler ne sanatsal...Çağın dilini yakalayamaz bir türlü. Betondan çözüm önerileri oldukça şatafatlıdır çünkü.
Beşiktaş ve Akparti; nasıl da benzerler birbirlerine. 
UEFA kupasında penaltı atışlarında kaybeder Beşiktaş. AB hülyası gibidir UEFA da bizim için...
16 Nisanda ki kayıp misalidir Akpartinin. 
Bir reisi vardır milli olarak. Aynen Beşiktaşın Şenol Güneşi gibi.
Mitroviçi çoktur Akpartinin...Akp li denilir onlara.
...
25 milyon masum melekleri vardır ülkemin, 12 yaş altında. Yakın vadede bu çocukları kendi değerlerimizle yetiştiremezsek...
...
Akpartili belediyelerimize çağrımdır. Şu kültür sanat bütçelerini çarçur etmekten vazgeçin artık. Seküler İslam olmaz, anlayın artık.
Bütün yatırımlarınızı liselere ve gençlere dönük olarak değerlendirin. 2 sene sonra bu çocuklar oy kullanacaklar unutmayın.
Son seçimde size ayarı ilk kez oy kullanan 1.5 milyon genç verdi hayırlarıyla. Yemedi yeni gençlik 18 yaşa milletvekilliği vermek teklifinizi.
Acı söylüyorum belki...Ama bu kısır ve pragmatist yaklaşımlarınız devam ederse...3 kasım 2019 da Reis'i bile belki siyasetten sileceksiniz.
Bunu CHP yapmayacak. Bunu sizin eyyamcılığınız gerçekleştirecek.
Bu kadar basiretsiz muhalefete rağmen Akpartiyi getirdiğiniz durum acımasızca sorgulanmalı. 
Beşiktaş ve Akparti...Nasıl da benziyorsunuz birbirinize...Beşiktaşta çok sayıda yabancı futbolcu....Profesyonel...Parasınca oynar...
Akparti içinde profesyonel çok sayıda Akepeli...Parasınca partizan...Menfaatince Reisçi...
Beşiktaş taraftarı...çok samimi çok fedakar...
Akpartili vatandaş...çok samimi ve fedakar...
...
Eğer meseleleri medya maymunlarının / şaklabanlarının yorum ve tavsiyeleriyle rotalandırmaya devam edecekseniz. Bu cem bi işe yaramaz. Sinek misali, küçüktür...lakin mide bulandırır. 
Eskiden malum...Toroslar belirlerdi derin siyaseti...Soroslar dönemindeyiz ki...Fil hakika...deruni olmak durumundayız.
Misal...
Nerden çıktı dedeye nineye maaş bağlamak; torunlarına baksınlar deyu...
Artırın emekli maaşlarını da bu tür zillete gerek duyulmaya...
Bak Chp vekili Aytuğ Atıcı diyor ki; gereksinimim dışında harcama yapmayacağım ki ekonomik daralma olsun. Memleket gümlesin...Bu mealde bir ifade işte.
...
O halde futbolda nasıl prim topçuyu aşka getirirse...
Siz de milletin yanında durun artık.
Asgari Ücreti artırın be kardeşim. Asgari 2.000 tl...
Emekliye de zam...asgari 2.000Tl...
Kurun bir de seçim hükümeti...Milli mutabakat hükümeti...Bakanlar dışardan atansın...Zaten öyle olmayacak mıydı? Hoş provasını yapın.
Sıfırdan bir Akparti yani...Reis komutasında...
...
Belki şampiyon oluruz kim bilir? Belki İslamın yükselmesi gereken gür sesi siz olursunuz?
...
Liselere yuvalanan LGBTİ kadar...Deist yapılar kadar cesur olun yeter!
...
Ki ben hem Beşiktaş'lıyım...Abdullah Gül gibi değil ama...
Ki ben Akpartiliyim...Abdullah Gül gibi değil ama...

Sömürgeci İngiliz'in 200 yıllık her cephede yaptığı amansız taarruzu karşısında kaybetmiş imparatorluğun çocuklarından biri olarak bugünlerin önemini vurgulamak istiyorum.
1909...dönemin reisi ulu hakan Abdulhamid derdesttir artık. Dönemin gezi olayı 31 mart dahili ve harici bedbahtlarla cehennem meyvesi zakkumu yedirtir islamın son hamisi Osmanlının çocuklarına.
1911...Trablusgarptayız...Kaddafinin katliyle düşünelim o dönemin Libyasını. Yakın zamanda işçi gönderdiğimiz Afrikanın kuzeyini.
1912...Balkanlarda savaş...Hem de 2 kez...Yine yakın zamanın Bosna katliamına da bir göz atalım derim. 1947 de ki Yücelciler Hareketinden kimin haberi var? İsmet'in Tito'ya ispiyonunu?..
1914...Birinci Cihan harbi başlamıştır. Canhıraş destanlar yazacaktır Muhammedin (SAV) askerleri...
Sarıkamış...Buzdolabında 120.000 yazlık kıyafetiyle biçareler!
1915...Çanakkale...Ruhunu ararız hala...Sahillerinde hala kanları akan ecdada nisbet onların torunları o sahillerde anadan üryan...15 yalnızca bir rakam değildir, Çanakkale siperlerini yurt edinen 70.000 vatan evladını düşününce! Toplamda 254.000...Bir o kadar da hastanelerde...
1916...Kut-ul Amarede bi parça umut...
1917...Filistin toprakları terkedilir sonu gelmez tükenişlere. Arabın ihanetini konuşuruz da konuşamayız sarışın mavi gözlü kahramanın herzelerini. Konuşamayız Lawrence'yi...Gertrude Bell'i...Sara Aaranson'u! Zenci Musa'dan da kimseciklerin haberi yoktur. General Hurrington'u Fenerbahçe kupasından ibaret biliriz, belki!
1918...Bittiği söylenir Birinci Cihan Harbinin...
Ancak söylenmez bir türlü...1918-1923 arası İstanbul'un işgal günleri.Mütareke günleriymiş zahar.
İngiliz bir daha gitmemek üzere gelmiştir bu kez...İngilizliği devlet politikası ediniriz.
Kanunlar, devrimler, inkılaplar...
Tek adam işbaşında!
Sonra diğeri...
Derken...
Amerikanın koynunda uyanırız bu kez.
Full Bright anlaşması...Truman doktrini...Mashall yardımı...Nato...Koreninde gazisi oluruz, Hitlerin de ve dahi partneri.
Mucibince başbakanda sallandırırız...Ezanı da yasaklarız...Okullarında devşiririz evlatlarımızı İngilize ve onun şaşalı gösterilen kültürüne!
Millet güruh, millet acziyet içinde!
Derken...Mehmet Zahid Kotku...Erbakan...
Darbeler...darbeler...
Filandı falanlı günler...
ve...
Kasımpaşa'dan indirmişti ya Fatih İstanbul'u almak için gemileri, karadan yürütürek!
Kasımpaşadan başlar yeni fetihlerin müjdecisinin de hikayesi.
Çandarlısı lakin emekli vaizdir bu kez yeni Fatih'in.
Bizansla iştutan tutana.
Halka sorulur 15 Temmuz'da...Makus talihe tamam mı devam mı deyu!
Tankın altından seslenir Ulubatlı; İstemezuk!
...
Fethe bir adım kalmıştır bu kez...
16 nisan...
Halk tedirgindir.
Reisin ordusunda Bizanslılar olduğu şüphesindedir...
Son bir şans daha verir reisine...
Başka aldatılmalar istemiyorum diyerekten.
...
21 mayıs, nihayet...
Bizansla yüzleşme zamanı...Siyasal İslamın onanma zamanı.
...
Reis'in Fatih olma zamanı!
...
Der ki halk başkomutanına;
-Bakara-makaracıları istemezük.
-Din bezirganlarına dikkat!
-Milli eğitimi millileştir.
-Hırsızlık, rüşvet gibi yakıştırmalara fırsat verme.
-Her devrin adamlarını yanınından uzak tut.
-Kibirlileri uzaklaştır.
-Eyyamcılar işbirlikçilerdir.
-Gençliğe ve çocuklarımıza önem ver, özen göster.
-Liyakatı esas al.
-Allah'ı ve Resulu dilde değil özde rehber edinenlerle hareket et.
-Gavurun hiçbir türüne güvenme...Ne yerlisine, ne yersizine!
-Dünya imtihan dünyasıdır düsturuyla hareket et.
-İlim, kültür, sanat, edebiyat ve ahlak hususunda milli seferberlik başlat.
...
Yani...Gemiler karadan yürütülmedikçe...Bir fethedilesi İstanbulun yoksa hedefinde...
Akşemsettinin yoksa...Molla Güranin...Ulubatlın yoksa...Avni mahlasıyla şiirler yazmıyorsan...Havan topu icat edemiyorsan... ve sezemiyorsan en yakınındaki Çandarlıların ihanetini...
Bizi meşgul etme...Umutlandırma boşu boşuna...
Bu sana verilen son uyarıdır...Biliyoruz senin şahsında İslamı yok etmek isteyenleri. Korkma üzülme...Allah'ta millette seninledir. Yolunuz yolumuzdur. Davanız davan...Yeter ki Rabbine dayan...
...
Vefa duygun senin zaafındır uyarayım...Vatan için kimsenin gözyaşına bakma. Kimseler bu vatanın gözyaşlarına bakmazken. Yalnızım, kimsem yok diyorsan...
Biz Kimseyiz Reisim!


İngiliz İstanbul'dadır. Sinema salonlarıyla, plaj kültürüyle...Hem de ilk Nataşa salgınıyla. Gençlerimiz fuhuş, uyuşturucu ve alkolün tehdidindedir. Onun içindir ki tedirgin aydınlarımız Yeşilay derler, mücadele adına.

5 yıl sonrasında  geçip giderken afetleriyle İstanbuldan...aslında Konstantinipolleşmenin tohumlarını atmışlardır. Artık Hristiyanlar gibi yaşayacak Müslümanlar devri başlamıştır. İnkılaplar, devrimler...derken; suflileşmenin, müptezelleşmenin...hadi bir nev-i islamizasyonun ilk evreleridir yaşanılan günler.
Biz se ismlere odaklanmışızdır...

Mustafa Kamal, İnönü...Takrir-i sükun filan...Muasırlaşıyoruzdur gayrı...
Tırtıldan, kozaya ordan kelebeğe dönüşeceğimizi umar dururuz yıllardır...
 Bıdı bıdıyla kavgayla geçen onca yıl...dedeleri, babaları, çocukları, torunları öğüten berbat yıllar!

Akılsızlık ve hazımsızlık yılları.
Ardından Allahsızlık...Elbette ki kaçınılmaz sonuç; ahlaksızlık...Biraz solcu, biraz muhafazakar, gerekirse islamcı ama...illa ki harami yıllar!
Asker, aydın, siyasetçi...batının işbirlikçileri içine ederler memleketin...hem yaşanılan yılların...ve dahi o günlerin uzantısı bugünlerin...bu kafaylada elbette yarınların...Bir de din bezirganları!
...
Netice:
Çocuk ve gençlik edebiyatında yokuz...Ülkemizde basılan kitapların %90 ı tercüme...telif eser ortaya koyamıyoruz Çünkü 250 kelimeyle mezunlar üretiyor, test ile tost arasındaki eğitim sistemimiz. Ha bir de Fetö'yü üretti gerizaekalı eğitim anlayışımız. Üniversitelerimizde ki intihalli hocalar mevcudun 3/2 si. Halkın okuduğu gazetesinin adı bile AMK!
...
22 ayrı çocuklara yönelik yayın yapan tv kanallarının hepsi kanalizasyon; pagan kültürü pompalanmakta...kime gam?
...
Yetişkin kanalları...Millete yengesine nasıl göz koyacağıyla ilgili taktikler öğretmekte. Acun efendi apış aralı survivorlarla dezenformasyonun vazgeçilmez markası; Var mısın-yok musun Türkiyem?
Yeşil sermaye ingilizce isimli siteler üretiyor yüzme havuzlu.
Helal ile Haram kavramları hikaye...yasal olsun yeter diyen bir kafa...Kilise kafalı nesillere odaklanmış kişisel gelişim azmanları.
...
Barby bebek, adları Fatıma konulmuş kızlarımızn rol modelleri...Bütün liseliler doğum günleri için Mervelerde toplanmışlar. Sex partileri memleketin 93 partisinden daha evla gençlik için.
...
Liselerde ensest mağduru gençliğin oranı % 23...
Sigara içenler %86...
Uyuşturucu peynir- ekmek!
Deistlik % 44...
Olmuyo beyler olmuyo! Çinden getirdiğiniz tabletleri Fatih projesi adı altında veletlere dağıtmakla dindar ve ahlaklı nesil yetiştiremezsiniz. İmam hatip açtık demekle sadece müteahhitlik vazifesi daha icra etmiş olursunuz.
...
Zulüm 1453 te başladı diyen çapulcu gençliğin çığlığını duymuyorsanız...Oturduğunuz o koltuklar ters döndüğü gün bi yerleriniz fena acıyacaktır. Ahiretinizse berhava!
...
KANIMIZ AKSA DA ZAFER İSLAMIN DİYENLER KANSIZLARI DOST TUTUNCA ZAFER...
AVUNTU, HÜSRAN, HEZİMET OLDU!
TEVBE YA RAB!
ALDANDIK, ALDATILDIK, ALDATTIK TA!
AKLETMEDİK TE LAKİN...ŞİMDİ SUÇLU ARIYORUZ YEDİĞİMİZ HERZELERİ BİRİLERİNİN ÜZERİNE YAMAMAYA. ASLA SORMUYORUZ AMA, BİZ NERDE HATA YAPTIK DİYE!
...
Son olayların tahlilinde bile yokuz. Sorgulayamıyoruz bir türlü; YANLI ADALET, GECİKEN ADALET ADALET DEĞİLDİR! BİR ATALET VARDIR ORTADA DEMEKTİR!
...
Fetö yü bile tahlil edemedik. HİÇ FETÖDEN BURS ALMIŞ BİR ÖĞRENCİYE ŞAHİT OLDUNUZ MU? BURS VEREN ÇOK SALAK OLDU DA...Halbuki MAKLUBENİN SIRRINI ÇÖZEMEYENLER...
FETÖYLE MÜCADELE EDEMEZLER!
...
FETÖ İLE MÜCADELENİN ÖN ŞARTI ŞİRK İLE MÜCADELEDEN GEÇER. TEVHİDİN TEBLİĞİ OLMAZSA, OLMAZ BE KARDEŞİM!
...
Anlayamadık; "Bir kişi kendinden üst makamlara kuyruk sallıyor...altındakileri de ısırıyorsa; LİYAKATSİZDİR! TEHLİKELİDİR!"
...
Ülke nüfusunun 1/3 ü 12 yaşın altında...Düşünün bundan sonraki 10 yılı. Bu çocuklar 18 yaşına gelecekler ortalama olarak. Nasıl bir gelecek, nasıl bir Türkiye gerçeği onları bekliyor olacak?
İnançlar alaborayken...din bezirganlarınca ve işlevsiz diyanetçe...
Eğitimde kepazelik sürerken...Adalet kötü yola düşmüşken...Hukuk üstünün hukuku olmuşken...Geçim asgarisi bile dehşetken, geçiniz işsizliği! Hangi Türkiye, hangi gelecek!
...
Cehalet fikstür şampiyonu ülkemde. Hamaset açık ara rekorlar kırıcısı...Fakirlik diz boyu! Küresel ve kültürel işgal yatak odalarımızda!
...
Offf! Of!
Nerden girdim şimdi ben yine bu konulara? Ne güzel 21 Mayısı yazacaktım. Kemal Kılıçdaroğlundan bahsedecektim. Selin Böke, Muharrem İnce. Belki biraz Ahmet Haklan...Biraz Cem Küçük...Provakatör Akit...O, bu, şu! Ne kadar da çok konuşulması gereken önemli konu varken...Neyse onları da sosyal medyamda paylaşırım. 
Yine Çocuklarımız dedim...Yine gençlerimiz!
...
Endişelenmem boşuna aslında..Yaz geliyor. Belediyelerimiz yaz okullarıyla hazırlar çocuklarımızı dinlendirmeye. AVM lerde yeni bahar kolleksiyonları...Fast food lar 24 saat açık. Sinemalarda rüya nasıl öğretilir filmi hep vizyonda! Yaz aşkları LGBTİ!
...
Ki Ramazanda kapıda...Bütün günahlar itinayla affedilir...0 800 565...filanı arayın...Filanca hocamızı izleyin! Yanmaz kefenlerimiz Yves Saint Laurent imzalı!
NOT: "Yazının başlığı kasıtlı öyle atılmıştır. Şimdi vatan-millet-sakarya desem...kim okur ki?"

2- FREKANS
3- MOLEKÜLER YAPI
İŞTE BU 3 KONU İÇİN...HAYDİ MÜSLÜMANLAR LABORATUVARLARA!
YOKSA! YAŞAYANLAR İÇİN...DOĞACAK ÇOCUKLARIMIZ İÇİN...TORUNLARIMIZ İÇİN "GELECEK YOK!"
HA BU ARADA ALLAH NURUNU BİZSİZ DE TAMAMLAR. BİR BAŞKA TOPLULUĞU HİDAYETLENDİRİR.
SİZ KENDİ KULLUĞUNUZUN DERDİNE DÜŞÜN KARDEŞİM!
BAK, EVLATLARINIZDAN BİR KISMI "ZULÜM 1453 TE BAŞLADI" DİYOR.
DÜŞMAN ARTIK KENDİ EVLATLARINIZDAN TEŞEKKÜL ETMEYE BAŞLADI. NAMAZINDA NİYAZINDA VATAN HAİNLERİNİZ BİLE OLUŞMAYA BAŞLADI. İNANMAYAN PENSİLVANYALI KUDURUKLARA BAKSIN. EYYAMCI BAŞKA DALLAMALARDA ALACAKLARI 3-5 KURUŞ KOMİSYON İÇİN BİLUMUM ŞAKLABANLIKTA HERKESLE İŞBİRLİĞİNE HAZIRLAR.
4-İLİM
5- KÜLTÜR
6- SANAT
7-EDEBİYAT
8- AHLAK KONUSUNDA İSE AHVALİN MALUM; PÜR MELAL!
ÖYLE EBRU SANATIYDI, KARPUZ KABUĞU FESTİVALİYDİ GİBİ CACIKTAN MEVZULARLA GERÇEĞİ ÖRTEMEZSİN KARDEŞİM.
9- MİLLİ ÇOCUK EDEBİYATI
10- MİLLİ ÇİZGİ FİLMLER
11- MİLLİ OYUNCAK İLE ÇOCUKLARINA ULAŞAMAZSAN...KENDİ İNANÇ VE DEĞERLERİNLE KODLAYAMAZSAN...HER YERİ İMAM HATİP YAPSAN...HERKESİ HAFIZ YAPSAN NAFİLE.
DEMEDİ DEME! 15 YILDIR DİYORUM...DEMEYEDE DEVAM EDECEĞİM. RABBİME BEN ONLARA DEMİŞTİM DEMEK İÇİN...EN AZINDAN BİRİLERİNE ULAŞMAK İÇİN...
BOŞ İŞLERLE UĞRAŞMAYI BIRAKIN...BIRAKALIM...VAZİYET CİDDEN KÖTÜ...İYİ GİBİ GÖSTERENLERSE...TUZLARI KURULAR!
12- UYUŞTURUCU
13- ENSEST
14- LGBTİ
15- DEİSTLİK
16- TERÖR
17- CEHALET
18- BİLUMUM AHLAKSIZLIK ÇÜRÜTÜYOR BÜTÜN TOPLUM KATMANLARINI.
TOPYEKÜN SEFERBERLİK...LEŞİ, DOMUZ ETİNİ BESMELE İLE YEMEK ONU HELALLEŞTİRMEZ. KEMALİST ŞİRK DÜZENİ İSLAM SOSUYLA MEŞRULAŞAMAZ.
19- AKILSIZLIK
20- ALLAHSIZLIK
21- AHLAKSIZLIK...
SONUMUZU GETİRECEK...
BELKİ SAVAŞLAR GÖRMEYECEĞİZ. SOLUK ALIP VERMELERİMİZ SÜRECEK. BAŞKALAŞARAK BİTECEĞİZ. İSTAVROZLAR ÇIKARTACAK NESLİMİZ. İNANMAYAN NOEL KUTLAYAN, CADILAR BAYRAMLARINI EDA EDENLERE BİR BAKIVERSİN. ÖNÜMÜZ YAZ; SERESERPE SAHİLLERE UZANAN NENE HATUNLARIN KIZLARINA BİR BAKSINLAR, HEM DE ÇANAKKALE SAHİLLERİNDE...
OKULLARA BAKIN YA DA...SOKAKLARINA ŞEHİRLERİMİZİN...
DÜŞMANA NE HACET? YENİ DÜŞMANLARIMIZ, 15 LİK ÇANAKKALEDE ŞEHİT OLANLARIN, ÇANAK ANTENLERİN ETKİSİYLE İNGİLİZLEŞEN 15 LİK TORUNLARI...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder