22 Ocak 2018 Pazartesi

UCUZ ZEYTİN YEMEYİN. İÇİNDE HİLESİ VARDIR.

Geçen hafta kısa süreliğine Arvalap adasına bir yolculuk yapmam icap etti. Hani diyorsunuz ya bana "ya hocam bu kadar gizemli bilgiyi nereden biliyorsunuz" diye...İşte piyasada olmayan bilgilere ben Arvalap Adasında ulaşıyorum. Dünyanın en büyük gizli kütüphanesi orada bulunmakta. Dünyanın kadim dili olan Uçkurudya'ca yazılmış yüzbinlerce esere ev sahipliği yapan Arvalap Adası ise yine dünya üzerinde yaşayan pek az sayıda insanın bildiği bir yer.
Adanın yerini söylesem kafayı yersiniz. Hadi ya! diye şaşkınlıktan küçük dilinizi bile ısırma ihtimaliniz var. Eğer aramızda kalacağına dair söz verirseniz belki size bahsedebilirim.
AQmasya'yı bilirsiniz değil mi? Hani Şehzadeler Şehri olarak bilinen Anadolu'nun en güzel şehri.
Tam saat kulesinin yanında eski bir köşk var. Şehzade Selim'in çocukluğunun geçtiği bu köşk şimdilerde otel olarak kullanılmakta.
İşte Bahadır Han'ı olarak bilinen bu yerin mahzenine inmek durumundasınız. Sakın merak edip te oralara gidip yaşadığım maceraya şahit olmak istemeyin, sorup soruşturmayın. Verdiğim bilgiyle yetinin, yeterli. Yoksa görevliler size deli muamelesi yaparlar. Israr ederseniz geceyi Amasya Emniyet Müdürlüğünde geçirmek durumunda kalırsınız. İspat adına beni, yazdığımı göstermeye kalkışırsanız bende"hikayemi fazla abartmış arkadaşlar" der sizi yalanlarım.
Arvalap Adası'nda yine dünyanın enbüyük araştırma laboratuarı'da bulunmakta. Tahmin edin laboratuarın sorumlusu kim? Elbette ben! Bütün bilimsel çalışmalarımı orada yapıyorum. Yeni icatlarımı pek yakında insanlığın hizmetine sunacağım. Hele şu Afrin, Suriye meseleleri bir halolsun.
Frekansa dayalı masaj aletim bitmek üzere. Tedavi olacağınız yerde bu aleti günde namazlardan hemen sonra vücudunuzun hastalıklı bölgelerinde dolaştırırsanız tedavi edemeyeceği hiçbir rahatsızlık yok. İlaç sanayinin sonunu getireceğim biiznillah!
Moleküler komut cihazım da aynı eşdeğer de hizmet için kamuoyuna arz için süresini bekliyor.
Bir de manyetik alana hükmetme mekanizması yaptım ki akıllara seza. Elektik üretiminde bir çığır açacak bu çalışmam. Petrol savaşlarına elveda.
40 samimi Müslüman ortaya çıktığında Arvalap Adasındaki bütün çalışmaları dünya medyasıyla da paylaşacağım. İşte ozaman söz Arvalap Adasını ziyarete açacağım. Bu yazıyı okuyan 100 kişi misafirim olacak.
Neyse asıl anlatacağım konuya geleyim. Kütüphanede edindiğim bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Hikâye milattan önce 730 yılında başlıyor. O tarihte, Ermeni Kralı Sannasar, Filistin'e yaptığı seferde İsrail Kralı Osee'yi öldürerek, 10 Yahudi kabilesini esir alır. Sonra onları Fırat'ın ötesine, Güney Ermenistan'a yerleştirir. M.Ö. 700'lerde, bu kez Babil Kralı Nabukadnezar, Mısır Kralı Necho ile Kudüs Kralı Yoachim'e karşı bir sefer açar. Söz konusu sefere, Doğu Ermenistan Kralı Hıraçya da büyük bir ordu ile katılır. Hıraçya'nın bu savaşta gösterdiği olağanüstü başarı, Nabukadnezar'ı fazlasıyla memnun eder ve esir aldığı 10 bin Yahudi'nin yarısını Kral Hıraçya'ya hediye eder. Bu esirler arasında İsrailoğulları'nın önemli şahsiyetlerinden Prens Şampat (Smbat/Shampat) da vardır. Şampat, kısa zamanda Hıraçya'nın takdirlerine mazhar olur. Devlet hizmetine alınıp, önemli mevkilere yükselir.
M.Ö. l5O'lerde soyunun Hz. Davud'a (as) dayandığını iddia eden ve adı "Pakarad Şampa" olan bir Yahudi, zamanın Ermenistan Kralı Vağarşak'a başvurarak saray hizmetine girebilme talebinde bulunur. Dikkat çekme ve kendini sevdirme açısından Prens Şampat'ı dahi gölgede bıraktığı kaydedilen Pakarad Şampa, Kral Vağarşak'ın en yakın bendeleri mevkiine erişir. Sonunda şaşırtıcı bir şekilde, Ermeni Kralları'na taç giydirme imtiyazı ile 10 bin süvariye komuta etme hakkını elde eder. M.Ö. 90-36'larda Ermeni krallarına Dikran II. (Büyük Dikran) İsrailoğullarına yönelik yeni bir sefer düzenler.
Bu sefer sırasında esir aldığı binlerce Yahudi'yi o da ülkesine götürür. Esirler arasından seçtiği "Aşod" adında bir asil Yahudi'yi özel hizmetine alır. Bu olaylar sonucunda Ermenistan'a yerleşen ve zamanla nüfusları hızla artan esir Yahudiler, sürgün yıllarının sembol ismi Prens Şampat'ın hatırasını kendilerine rehber edinerek, teşkilâtlanıp millî varlıklarını koruyabilme mücadelesine girişirler. Zamanla Ermenilerin yönetimini ele geçiren Pakraduniler M.S. 1045'e kadar Ermenistan'da saltanat sürmeyi başarır.
Pakradunilerin 2500 yıllık tarihi ve macerası hakkında yabancı dillerde yazılmış birkaç araştırma kitabı var. Doğu Anadoluda bağımsız devletler bile kurmuşlar.
Sonra izleri silinmiş... Dıştan Ermeni görünürken bir kısmı Kürt ve Müslüman kimliğine bürünmüş. Kürtlükleri, Müslümanlıkları samimî midir?
Pakradunilerin, asıl Ermenilere çok işler ettiklerini duymuşunuzdur. Aynı işleri şimdi Kürtlere, Müslümanlara etmekteler.
Bu konuları araştırmak aslında tarihçilere düşer. Sadece tarihçilere değil, istihbaratçılara da...
Pakraduniler varlıklarını Juda İmparatorluğu'nun sonlarından (M.Ö. 7. yüzyıl), 20'inci yüzyıla kadar sürdürmüş olan Ermeni-Yahudi karışımı bir kavimdir. Eğin'de, 'Erzurum-Sivas arasında', Marmara Denizi'nin Avrupa yakasında ve İstanbul Hasköy'de yaşamış oldukları bilinen Pakraduniler, 26 yüzyıldır Yahudi yönlerini sürdürmekte gösterdikleri kararlılık nedeniyle Portekizli Marano'lar, Selanikli Dönmeler ve İranlı Meşhediler gibi Yahudi kökenli topluluklar arasında sayılabilirler.
Simpat adını, 'Pakraduniler' oğullarına verirler. Bu isim İbranice'den geliyor ve aslı 'Şampat'tır. Ermeniler arasında asırlarca pek revaç görmüş olan 'Pakrat, Simpat, Aşot, Kakik, İsrael, Tavit' gibi isimlerin Ermeni menşe'li olmadığı bariz şekilde meydana çıkmaktadır."
Bizanslı tarihçi Pavstos'un, 3. Asır'da bölgede iskan edilmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Yahudilerin miktarını 400 bin olarak verdiğini de belirtelim.
Pakradunilerin 20. yüzyılın ilk yarısına kadar özel gelenekleriyle Sivas/Divriği ile Erzincan/Eğin (Yeni adı Kemaliye) arasındaki bölgede varlıklarını sürdürdüklerini cemaatin yayılımının, Arapkir, Kapadokya ve Kilikya/Çukurova'ya kadar uzandığını da bilmekte fayda var.
Pakraduni soyundan gelenlerin fiziki görünüşlerinin Ermenilerden farklı olduğunu, kafa yapısı olarak Yahudiler gibi Dolikosefal olduklarını bilelim.
Bir Yahudi-Ermeni'nin evinde vefat gerçekleştiğinde, evin içini tamamen değiştirdiklerini, evde asla su kullanmadıklarını, çünkü ölüm meleğinin kılıcındaki kanı bu suyla temizlediğine inanırlar. 7 gün iş yapmayıp Yahudilerde olduğu gibi yas tutarlar.Asla domuz eti yemediklerini, cumartesi günü çalışma yasağına uyduklarını, genelde cemaat içinden evlendiklerini ve soyadlarının da Yahudi kökenlerini anlatacak şekilde olduğunuda vurgulayalım. Ermeniler arasında "Yahudiliğin bir uzantısı" olarak değerlendirilmektedirler. Pakradunilerin, ticaret ve finans alanında çok becerikli oldukları benzer bir grubun da geleneklerini koruyarak 19'uncu yüzyıla kadar Gürcistan'da Gürcüler içinde hayatiyetini devam ettirdiği de sözkonusudur.
1820'lerde Ermenilerin mezhebi olan Gregoryenliğin...ki teslisten yana değildirler. Amerika'nın Protestanlaştırma misyonerlik faaliyetleri neticesinde Osmanlının aleyhinde faaliyetlere başlamışlardır. Tıpkı Ortodoks olan Bulgarlar ve Rumlar gibi.
Ermenileri normal Ermeniler ve "Rafiziyyun/Rafiziler" olarak ikiye ayırılır. Fransızların Türkiye'deki etnik yapıya daha 1800'lü yılların başında bile ne kadar hâkim olduklarını da bilmeliyiz. Azınlık Okullarının, misyoner okullarının ciddiyetle ele alınması gerekmektedir.

Selçuklular devrinde, Alparslan'ın saflarına geçerek, Bizans'a karşı savaşan ve sonradan İslam dinini kabul eden Ermenilerin büyük bir kısmı, bilâhere 'Alevi Mezhebi'ne geçmiş ve öyle kalmışlardır. Fransa'nın Türkiye üzerinde taşıdığı gizli emellerin tahakkuk sahasına aktarılacağı zaman, Osmanlı topraklarında yaşayan bilumum unsurlardan istifade edebilmek için Anadolu topraklarında yaşayanları da iyiden iyiye tetkik etmiş veya ettirmiştir. Tabi bu arada İngilizlerin de Osmanlı topraklarındaki fitne çalışmalarını da bilmemiz gerekiyor.
Türk-Ermeni kardeşliğinin başlangıcı 11'inci yüzyıl ortalarına dayanır. 1064'te Pakraduni Ermeni Krallığına Bizanslılar tarafından son verilince, Bizans zulmüne dayanamayan Ermeniler Türklerin himayesine sığındılar. Bu devre onlar için huzur oldu. Vatanlarına sımsıkı bağlandılar. Türkler tarafından bunlardan' bazılarına 'Amiral'lik unvanı verildi. Böylece ilk Türk-Ermeni dostluğunun temeli atılmış oldu. Bu kardeşliğin en güzel kanıtı da bugün dünyanın dört bucağına serpilmiş olan Ermeni toplumunun günümüze dek varlığını sürdüren Türkçe kökenli soyadlarıdır. Örneğin, Romanya doğumlu olduğu halde dünya Ermenilerinin Ruhani Reisi Gatogigos Vazgen I'in soyadı 'Balcıyan'dır."
1. Zeytun İsyanı'nın" arkasında Fransa ve Vatikan'ın bulunduğunu, isyanın düzenleyicilerinin Pakradunilerdir. Ani Beldesi'nin Bizanslılara geçmesinden ve Bizanslıların Ermeni katliamından sonra, Anadolu'nun muhtelif bölgelerine dağılan 'Pakraduni Hanedanı' mensupları Haçin ve Zeytun havalisine yerleşmişlerdi. Dolayısıyla (Fransa'nın gönderdiği Katolik Ermeni) maceracı Leon, Ermenileri isyana teşvik için gerçekten en münasip bölgeleri seçmiş demekti. Zira, Pakraduni Hanedanı, zaten birtakım entrikalara müsait ve gayri Ermeni bir unsur idi.
Zeytun’da yaşayan Ermenilerin sürekli isyan hâlinde olmaları, Anadolu’da faaliyet gösteren misyonerlerin de dikkatini çekmekteydi. 1832 yılında İstanbul’da toplanarak Maraş’ın da aralarında olduğu 10 şehirdeki Ermeni kiliselerinin yenilenmesi çalışmalarını yapan “American Board of Commisioners for Foreign Missions”a bağlı misyonerler bu şehirlerde yaşayan ve aynı zamanda kendilerinin hedef kitlesi olan Ermenilerle bağ kurdular. Bu şekilde yabancıların desteğini alan Zeytun Ermenileri, bölgede yaşayan Müslüman köylere saldırdı. Bunun üzerine Bayezidoğlu Süleyman Paşa, Zeytun’u muhasara altına aldı. Bu muhasara oldukça etkili olsa da şiddetli bir kış mevsimi yaşanmasından dolayı tam sonuç alınamadan kaldırıldı. Zeytun Ermenileri, 1836, 1840 ve 1842 yıllarında da olaylar çıkardı. Hükümet, Zeytun Ermenilerinin neden bu kadar çok karışıklık çıkardığını merak ederek bunu araştırmak üzere bölgeye bir heyet gönderdi. Bölgede yapılan araştırma sonucunda hazırlanan ve Meclisi Vâlâ’da okunan raporlardan artık Zeytun’da meydana gelen isyanların vergi meselesinden ibaret olmadığı ve konunun siyasi boyutunun bulunduğu ortaya çıktı.
Yani bugün Kürt hareketi diye bilinen Pekaka bir pakrudini ermeni hareketidir. Zeytin Dalı operasyonu esnasında Zeytun Ermenilerinden de haberiniz olsun istedim. Malum tarih tekerrürdür.



FEHMİ DEMİRBAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder