3 Eylül 2018 Pazartesi

EŞCİNSEL BİR ÇOCUĞUNUZ OLSUN İSTER MİSİNİZ?
Dinsizlik, ırkçılık, cehalet ve modernite sarmalında olan toplumumuzdaki en büyük tehlikelerden birisi de eşcinselliktir. Bu tehlikeye düşmüş çok sayıda insanımız bulunmakla birlikte her geçen gün doğumla çoğalmayan ama sosyal facialarımızın sebep olduğu bu türün artışına yeni yeni kurbanlar vermeye devam ediyoruz. Benim çocuğum bu tehlikeden uzak diye siz düşüne durun sosyal dokumuzun zehirlenmeye devam ettiği konulardan birisi de bu eşcinsellik konusudur.
Hiç kimse doğumhanenin önünde beklerken "nur topu gibi homonuz oldu" sedasıyla bir çocuk bulmaz kucağında.
Yeni kuşaklar bilmeyebilirler;
Bir zamanlar gerçek aydınların, Müslümanların çok esaslı ve temel bir meselesiydi;
“Dilimiz"e yönelik, organize bir şekilde gerçekleştirilen saldırılar…
Ve “Bir milleti yok etmek istiyorsanız önce dilini bozacaksınız, kültürünü yok edeceksiniz” temalı tartışmalar olurdu. “Dil”e sahip çıkmaya, onu yaşatmaya çalışanlarla, “Dil”i bozmaya çalışanlar arasında önemli bir mücadele vardı… Tabii ki bu “mücadele” de bir yönüyle kaybedildi diyebiliriz bugün için…
Bu çatışmanın “Batıcı” tarafında yer alan medya, devlet-resmî ideoloji desteğiyle bu işte büyük bir rol üstlendi;
Örneğin bir “sanatçı” ne kadar “çıplak-dekolte” giyinirse, bu malûm medyada;
“Cesur”
Diye nitelenir ve haber yapılırdı…
Böylece; Aslında, “çıplaklığın-soyunmanın” bir fahişelik değil, “cesaret”(!) isteyen bir iş olduğu ‘mesajı’ ilgili toplum bireylerine ulaştırılmış olurdu:
Hadi bakalım; kim daha çok soyunacak, kim daha “cesur” görelim dercesine piyasa oluşturulduğu da bir gerçek..
Yine; işte “..rospu” yerine “hayat kadını” denilmesi… ...rospuluğun kötü bir şey değil de bir çeşit ticaret olduğunu vurgulamak için onun da bir “meslek” diye yazılıp çizilmesi gibi…
“İbne” yerine “gay-eşcinsel” kelimelerinin yerleştirilmesi…
“Ahlâk” kelimesi yerine özellikle “etik” kullanılması…
Hatta bazı kelimelerin kullanılması, resmi kurumlardan gönderilen talimatlarla yasaklanır, onların yerine hangilerinin kullanılacağı dikte edilirdi…
Nihayetinde iş; tüm “siyasî” suçluların “terör” olarak tarif edilmesiyle devam etti…
Böylece; “İbne” ve “..rospu” bir küfür olmaktan çıkıp, “gey” ve “hayat kadını” oldu…
Böylece; bu “iğrenç” fiiller, sapıklıklar, tüm galizliklerinden uzaklaştırılıp, gayet “masûm” tercihlere(!) dönüştürüldü!
Bu azgınlığın ve sapkınlığın çok çeşitleri vardı…
İbnelik…
Orospuluk…
Transeksüellik…
Lezbiyenlik…
Şimdi hepsini bir tek şemsiye altında topladılar: LGBT…
Bunlara bir de “cicili bicili” renklerden oluşan –“gökkuşağının renkleriymiş- bir bayrak yaptılar… (Ne kadar “sevimli”(!) anlıyorsunuz değil mi?.. “Ayol bunlar cinsel tercihlerini kullanıyorlar, bunun neresi iğrenç, bayraklarına bir baksanıza.. Toplum olarak bunlara destek olmamız lazııııım…” mesajı ilgili yerlere ulaşmıştır her halde…)
Tabi insan fıtratını hedef alan bu iğrençliğin, tüm dünyada yaygınlaştırılması bir “proje” olarak uygulanıyor…
Bu işte de “Küresel Kraliyetçilerin” desteği var…
Başrollerinde “gay-ibne”lerin olduğu filimler, oyunlar, diziler… Onların “kahramanlaştırılması…”
Bunları ballandıra ballandıra anlatan, reklam eden medya…
Bunları sahiplenen siyasi partiler…
Sonra, bu iğrençliğin “dünya genelinde” örgütlenmesi ve dünyanın en aşağılık-en onursuz işine “onur yürüyüşü”(!) adının verilmesi? O şekilde arz-ı endam etmeleri... (Tek başına bu bile, bu iğrençliğe, bu onursuzluğa bu ismin verilmesi bile, olayın “organize” bir hareket olduğunu göstermeye yeterli aslında…)
Bütün bunlar, rastgele ve kendiliğinden oluşacak organizasyonlar olmadığına göre, “Küresel Kraliyetçilerin” bu işin arkasındaki parmak olduğunu göstermeye kâfi…
Olayın bir de bu boyutu var…
Küresel Kraliyetçilerin asıl amacı, dünyadan dinlerin –“Dinlerin” derken, aslında sadece İslâm’ın-etkisini kırmak, onları yeryüzünden silmek olduğu biliniyor. Dinlerin yerine kendi azgınlık ve sapkınlarıyla insanlığı esir almak ve köleleştirmek hedefleri olduğu da...
Hele şehirleşmenin yoğunlaşması ile yapılan 1+1 daireler...Günübirlik zina evleri...Karma eğitimin getirdiği facia...Üniversitelerin podyum ve cafeteryalara dönüşümü...Mezuniyet törenleri...
Aile, bileceğimiz üzere en mühim ve en küçük yapı taşıdır. Aile sistemine dâhil olan her çocuk, en büyük eğitim sürecine başlamaktadır. Okul eğitimde nasıl ki bir sistem vardır, aile eğitiminde de belli bir sistem olmalıdır. Bu noktada sistem, çocuğun mutluluğu, başarısı, neşesi vb. üzerine değil, huzur ve güven algısının gelişmesi üzerine olmalıdır. Burada anne ve babalara çok iş düşmektedir. Anne-babanın evdeki rolleri ve sınırlamaları iyi belirlemeleri, aile üyesi herkes bu rol ve sınırlamaları geçmemelidir. Bu noktada çocuğu bekleyen tehlike, annenin baba, babanın anne olmasıdır. Bu rol karmaşasına giren çocuk, hayatındaki huzur ve güven algısında ciddi sıkıntıya uğrayabilmektedir. Huzuru annede bulmak isteyen çocuk, oldukça sert, öfkeli, eleştirel, otoriter, evde tam yetki sahibi, tüm karar ve izinlerin yönetimi onda olan bir anne modeliyle karşılaştığında maalesef ki huzuru bulamayacaktır. Aynı şekilde tamamen yönetimi anneye bırakmış, aile işlerine çok karışmayan, en ufak bir izinde bile “Annenize sorun” şeklinde öğüt veren, çocuklarıyla sadece maddi iletişim kuran, çocukları çok muhatap almayan bir baba modelinde de çocuk, güveni bulamayacaktır.
Aile sistemi, demokratik olmalı; anne-baba ortak dayanışma içerisinde bulunmalıdırlar. İzinler ve kuralları belirleme noktasında anne-baba her ne kadar ortak belirlese de, kuralları takip etme ve kurallara uymasına teşvik etmede yahut izinler almada baba biraz daha ön planda olmalı, anne daha çok arada çocuğu rahatlatma noktasında yardım eden olmalıdır. Yani müdür baba, müdür yardımcısı anne gibi düşünülebilir. Bu noktada asıl amaç; kurallar, sınırlar ve izinlerin baba tarafından belirlenmiştir mesajını aldırtarak çocuğu güvende hissettirme; her türlü derdi, sıkıntıyı yaşadığında yanında olacağım ve yardımcı olacağım mesajı vererek çocuğu huzurlu hissettirmektir. Peki, anne güvenli, baba huzurlu hissettiremez mi? Hissettirir. Lakin en temel olarak bu rol ayrımını ve duygu hissettirme durumunu iyi yapmak gerekir. Özünde “bir hata yapacağım zaman babamdan çekindiğim için yapmam(güven), bir hata yaptığım zaman ilk annemle paylaşırım (huzur)” mantığını çocuğa oturtmak gerekmektedir. Bu huzur ve güven sistemi oturmadığı zaman çocuk, küçük yaşta birçok davranış sorunlarına yöneldiği gibi (tırnak yeme, alt ıslatma, yalan söyleme, gece uyuyamama vb.) ileriki zamanlarda hemcinsine yönelmeye de başlayabilmektedir. Genel huzur duygusunu hep babasında bulan ve annesiyle arasına set çekmiş bir erkek çocuk yahut genel güven duygusunu annesinde bulan ve babasıyla arasına set çekmiş bir kız çocuk, haliyle hemcinslerinin onu daha iyi anladığını, onu daha çok rahatlattığını ve onla daha çok zaman geçirmesi gerektiği mesajını doğurup büyütmektedir. Bu da karşı cinse karşı bir öfke, bir nefret bir mesafe beslemesi ve ondan uzak durması gerektiği gibi algıyı maalesef ki oluşturmaktadır.
1 – Karşılaştığım ve gözlem yaptığım kadarıyla, başta anne baba olmak üzere, insanlar; çocuk sevgisini abartıp olmayacak şeyler yapıyorlar. Bunlardan en bariz örneği, bir çocuğu severken dudaktan öpmektir. Çocuk, bir gelişim sürecindedir. Bu gelişim sürecinde, ailesinden duygularını nasıl ifade edeceğini öğrenir. Çocuk, sevgi duygusunu öperek ifade eden bir aileden “Seveceğim zaman öpmeliyim” mesajı alır. Bu noktada hemcins yahut karşı cins ebeveyni tarafından öpülen çocuk, kendi hemcinsine yahut karşı cinsine büyüdüğü zaman sevgisini öperek gösterecektir. Bu da mahrem sınırların sağlıklı oluşmamasıyla birlikte, hemcinsiyle olan ilişki düzeyini ayarlayamaması ve böyle bir akıma yönelmesini sağlayacaktır.
2 – Yine aynı şekilde, ebeveynlerin çocuk sevgisini fazlasıyla abartıp çocuğunu münasip olmayan yerlerinden öpmesi, okşaması, ısırması, elleriyle sıkması vb. gibi durumları, yine çocuğun cinsel kimlik gelişimine zarar vermekle birlikte aynı zamanda mahremiyet algısını ciddi anlamda zedelemektedir. Bu noktada münasip olmayan yerleri, cinsel organları olarak akla gelse de, çocuğun ayağının, göbeğinin, poposunun öpülmesi/ısırılması gibi durumlar, aynı şekilde sakıncalıdır.
3 – Çocukların küçük yaşta belli mahrem bölgelerinin çıplak şekilde dolaşılmamasına dikkat edilmemesi, başta kendi ailesine sonra da çevreye “mantık dışı şekilde” sergilenmesi, çocuğun kimlik gelişimi ve mahremiyet algısına ciddi zarar veren unsurlardan biridir. Özellikle yanlış bir algı olan “göster bakayım amcana” gibi komiklik aleti yapılan cümlenin aslında derin bir cinsel istismar barındırması kaçınılmaz bir gerçektir. Özellikle, 80’li 90’lı yıllarda bu algıyla hareket edip çocuğu (cinsel obje olarak sergilenmesini geçtim) normal sergileme unsuru yapan insanların, nasıl bir nesil yetiştirdiğini analiz etmek, günümüzde taciz-tecavüz vakalarını yaşatan insanların en çok hangi yaş aralığında olduğuna bakıldığında, nasıl bir yıkım yetiştirdiklerini görmek, çok da zor olmasa gerek…
Bu maddeler daha başlangıç. Bunun gibi gündelik hayatta yapılan ve farkına varılmayan birçok hususun olduğunu da belirtelim.
4 - Çocukların bağımsızlığını kazanması gerekmektedir. Bu noktada aileler, merhametiyle hareket ederek birtakım yanlışlara düşmektedir. Bunlardan en barizi, aileler tarafından “Ne var ki bunda” diye düşünülen; “çocukla birlikte uyumak” durumudur. Çocuk, “Korkuyorum, tek yatmak istemiyorum, öcüler var” gibi cümleler kullandığında, ebeveynler kıyamayıp çocuklarını yanlarında yatırmaktadırlar. Bu durum, çocuğun bireyselleşmesine ve bağımsız hareket etme yeteneğine ciddi zararlar vermekle birlikte, özgüven problemleri ortaya çıkarmaktadır. Çocukla, ne olursa olsun birlikte yatılmamaya gayret edilmelidir. Tek başına yatması noktasında desteklenmelidir. Baktınız olmuyor, muhakkak profesyonel bir destek alınmalıdır.
5 – En çok düşülen yanlışlardan biri de çocuğun belli bir yaşa gelmesine rağmen “tek başına duşa girmesine” izin verilmemesidir. Şu örneklerle karşılaşıyorum; “12 yaşında bir erkek çocuğu, hâlâ annesi yıkamakta.” Bu, çocuğun cinsel, mahremiyet ve kişilik gelişimi açısından çocuğa, çok büyük darbedir. Çocuk, anasınıfına kadar, kendi ihtiyaçlarını kendi karşılayabilecek gibi yetiştirilmeli; ilkokuldan itibaren de sorumluluk noktasında işlerini kendisi halletmelidir. 4-5 yaşında ayakkabısını kendisi bağlayan, çoraplarını kendi giyen, elbisesini kendisi giyen çocuğun gelişimiyle, bu ihtiyaçları ebeveyninin karşıladığı çocuğun bedensel, zihinsel, psikolojik gelişimi arasında dağlar kadar fark vardır. Bu yaşlarda, ihtiyacını kendisi karşılamalı ve çok mühim bir mesele olan banyo meselesini de (size küçük gibi gelse de) ilkokuldan itibaren kendisi gerçekleştirmelidir.
6 – Çocuk ile ebeveynlerin ilişkisi düzeyli seviyede olmalıdır. Özellikle ergenlik döneminde aileden farklı bir mod algısına giren çocuğun girdiği moda ayak uydurmaya çalışılmalı, çatışma yaşanıyorsa da düzeyli bir şekilde yaşanmalıdır. Bazı ebeveynler, bu durumlarda ceza vermeyi, öfkeyi ifade etmeyi fazlasıyla abartıp işi şiddete kadar götürmektedir. Örneğin yine yaşadığım bir vakada; çok sert bir baba, kızıyla iletişim kurmayı geçtim, ağır cezalar ve dayaklarla sürekli kızı üzerinde baskı uygulamaktaydı. Bir süre sonra kızı, babasından yola çıkarak, tüm erkeklerin böyle olduğu düşüncesine kapılıp huzuru kendi cinslerinde bulmaya çalışmıştı. Erkeklerle arasına mesafe koyan bu tutum, onu hemcinsinden hoşlanmaya kadar götürdü. Beni daha hiç tanımamasına rağmen, benimle konuşurken bana bile tepkiliydi. Böyle bir durumun tam tersine de şahit olmuşluğum vardır maalesef. Erkek bir ergenin annesiyle ciddi sorunlar yaşayıp kendi cinsine yönelmesi ve bunu açıkça ifade etmesi, ailenin karşısına kabul edilemez ve dünyalarının yıkılmış bir vaziyet almasına sebep oldu. Bu nedenle ilişkileri normal düzeyde tutmak, verilen cezalarda ölçülü olmak, çağın çok değiştiğini ve çocukların bir şeyleri ifade ederken çok farklı ettiğini fark edebilmek, çocukla iletişim kurma noktasında çok önemlidir.
Bu konu, hassas olması nedeniyle dikkat edilmesi gereken hususlar oldukça tedirgin edicidir. Durum bunlardan ibaret. Doğru bildiğimiz noktalar, maalesef ki kendimize, çevremize ve çocuklarımıza ciddi zararlar verebilmekte.
7 - Teknolojinin gelişmesi birçok fayda sağlarken birçok zararlar da ortaya çıkarmaktadır. Ortaya çıkan bu zararlardan en çok etkilenen savunmasız çocuklardır. Belli bir yaşa kadar ailenin şekil verdiği çocuk, yanlış yönlendirmelerle zarar görmüş bir şekle bürünmektedir. Bunun en acı verenlerinden biri, “sosyal medya çocukları”dır. İnsanlar, çeşitli yoğun duygularını sosyal medyada paylaşırken çocukları üzerindeki duygu yoğunluğunu -en çok da anneler- kontrol edemeyip birtakım “dikkatsizce” paylaşımlar yapmaktadırlar. Somut örnek vermek gerekirse; doğum esnasından tutun yediği yemek, yaptığı tuvalet, attığı adım, giydiği giysiye kadar, “çocuğun her bir şeyini paylaşan ebeveyn grubu” ortaya tünemiştir. İnsan, duygularını paylaşmak isteyebilir. Lakin her şeyin bir sınırı ve yöntemi vardır. Bu çocuklar üzerinden yapılan paylaşımlar, çocuk üzerinde narsizm (kendini tanrılaştırma), depresyon (popüler yetişen çocuğun bir süre sonra beğenilmediğini düşünün mesela…), mahrem sınırlara dikkat edememe (sosyal medyada mahremiyet namına bir şey yok zaten…), gibi çok büyük ve telafi etmesi zor sorunlar ortaya çıkarır. Yapılan paylaşımların çocuk tacirlerine, teşhircilerine, pedofil olaylarına karışması konusuna girmiyorum bile… Ne olursa olsun, çocukların sosyal medyadan/hatta teknolojiden bilincini eline aldığı yaşa kadar (ki bu yaş 13 yaş gibi bir yaşa tekabül ediyor) uzak tutulmalı, hatta belki filmler gibi +18 yaş sınırı konulmalıdır. Ancak o zaman sağlıklı bir nesilden söz edebiliriz.
FEHMİ DEMİRBAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder