"Küresel sehirler, küresel markalar artık dünyada devletler gibi siyasi aktör haline geliyor. Kültür de siyaset ve ekonomi gibi stratejik unsur oluyor." Küresel markalar; İŞGALCİ KOLLUK KUVVETLERİ! ŞİMDİ MİLLİ MÜDAFA ZAMANI! KIZLI-ERKEKLİ KAYBEDECEĞİZ YOKSA GELECEĞİMİZİ! YANİ; NE KARA KUVVETLERİ, NE HAVA KUVVETLERİ, NE DENİZ... İLLA Kİ; KÜLTÜR KUVVETLERİ!
17 Aralık 2024 Salı
FEHMİ KOMİSER VE HARİKA KAROLİN
FEHMİ KOMİSER VE HARİKA KAROLİN
İstanbul’da soğuk bir akşamüstüydü. Yağmur sanki hiç durmayacakmış gibi şehrin dar sokaklarını dövüyordu. Bu hava genelde suçluların pek işine gelmezdi, ama bugün öyle bir gün değildi. Komiser Fehmi, İl Emniyet Müdürlüğü’nün eski masif kapısından içeri girdiğinde, yüzünde gerilim ve yorgunluk dolu bir ifade vardı. Hem yeni bir cinayet vakası hem de şehirde dönen garip söylentiler canını sıkıyordu.
Emniyet koridorlarında koşuşturan memurları geçip kendi odasına yöneldi. Odada dijital asistanı “Karolin” hazır bekliyordu. Karolin, son teknoloji yapay zekâ destekli bir bilgi bankasıydı. Emniyet, artan suçları, karışık uluslararası şebekeleri anlamak için bu yapay zekâyı tüm ekiplerin kullanımına sunmuştu. Kişisel dokunuş olarak Fehmi asistanına “Karolin” ismini vermişti, çünkü bu isim ona eski bir dostunu anımsatıyordu.
“Karolin, yeni vaka dosyasını aç,” dedi Fehmi, yağmur suyunu pardösüsünün kolundan silkelerken.
Karolin’in yumuşak sesi odada yankılandı: “Dosya ‘Sultanahmet Cinayeti’ açılıyor. Kurban: Ahmet Gürel, yerli bir iş insanı. Ceset, akıllı ev sistemleri satan bir mağazanın arka deposunda bulunmuş. Bedeninde darp izleri, boğulma belirtisi ve masada yarım kalmış bir mutabakat metni. Ayrıca, odada garip bir iz: Sırp menşeli ithal süt kutusu.”
Fehmi kaşlarını çattı. Süt kutusu mu? Bu şehirde her türlü kaçak mal dolaşırdı ama süt mü? Hem de ithal. Fehmi, Karolin’den olay yeri fotoğraflarını görüntülemesini istedi. Ekranda depo, yerde cansız yatan bir beden, duvardaki nem lekeleri, kırık bir masa, yarısı delinmiş bir süt kutusu belirdi. Etrafta düzensiz saçılmış kâğıtlar, finans dökümleri…
“Şu finans dökümlerini büyüt Karolin,” dedi Fehmi.
Dökümlerde yüklü miktarda faizli kredi kullanıldığı, bazı sahte belge düzenlemeleri yapıldığı görünüyordu. Ahmet Gürel’in son dönemde tarım ürünleri ithalatına da girdiği, özellikle Sırbistan’dan düşük kaliteli et, süt ürünleri getirtip lüks reyonlarda yüksek fiyata sattığı anlaşılıyordu. Bu işin içinde hileli gıda, toplum sağlığını tehlikeye atan karaborsa ticaret olabilirdi.
Fehmi sessizce düşünüp Karolin’e talimat verdi:
“Karolin, Ahmet Gürel’in son 1 ay içindeki telefon kayıtlarını, sosyal medya paylaşımlarını ve finans trafiğini analiz et. Ayrıca, depodan çıkan o süt kutusunun markasını ve menşeini araştır. Bu markanın izini sür.”
Karolin, saniyeler içinde sonuçları sıraladı:
Gürel’in son günlerde gizemli bir kişiyle buluştuğu, bu kişinin adı henüz bilinmeyen bir kodla geçiyordu: ‘Elif’.
Sosyal medyasında “daha çok kazan, daha çok büyü” gibi paylaşımlar yapmış, ithal ürünlere övgüler düzmüş.
Finans trafiği: Bir hayli karmaşık. Yüklü miktarda düşük kaliteli gıda ithalatı, bunların lüks markalar halinde yeniden paketlenerek piyasaya sürülmesi…
Süt markası: BalkanMilk adlı bir şirket. Bu şirketin sahibi kim? Karolin sorgulayınca ismi çıktı: “Heraldi & Co.”, pek çok ülkede faaliyeti olan bir holding, daha önce kaçakçılık iddialarıyla gündeme gelmiş.
Fehmi sandalyeye yaslandı. Bu uluslararası bir boyut alıyordu. Cinayet sadece bir iş anlaşmazlığından ibaret olmayabilirdi. Belki ortada toplum sağlığını ilgilendiren bir skandal, yüksek kar uğruna yapılan büyük bir gıda sahtekârlığı ve paylaşılamayan rant vardı.
İpuçlarını takip etmek için Fehmi sahaya indi. Önce olay yerine gitti. Depo karanlık, polis bantlarıyla çevriliydi. Burada bir iz bırakan katil ya acemi ya da çok kendine güvenen biriydi. Sırp süt kutusu bile bile mi bırakılmıştı, yoksa bir uyarı mıydı?
Depoda köşede duran bir kasanın üzerindeki yazılar dikkatini çekti. Eski Türkçe harflerle bir marka ismi kazınmıştı: “Elif Gıda.” Karolin’e bu markayı sordu telefonundan. Karolin, “Elif Gıda”nın küçük bir Anadolu kasabasında kurulduğunu, temiz tarım yaparken birden iflas ettiğini, sonra ismin devredildiğini iletti. Devirden sonra markanın kötüye kullanıldığı da söylentiler arasındaydı.
Fehmi, işin içine eski bir Anadolu markasının adının karıştığını öğrenince içi sızladı. Eskiden ülke kendine yeten tarım cennetiydi, şimdi böyle oyunlar…
Gece ilerlerken Fehmi, Karolin’den iki önemli telefon görüşmesini özel olarak incelemesini istedi. Biri Gürel ve “Elif” kod adlı kişi arasındaki konuşma. İnceleme sonuçları geldiğinde Fehmi’nin zihninde taşlar yerine oturdu:
“Elif” adlı kişi, Gürel’e yerli üretimi baltalayıp ucuza ithalat yapmasını, böylece piyasayı ellerinde tutacaklarını söylemişti.
Gürel ise son anda bu işten pişman olmuş, hatta fiyatları düşürüp halka daha ulaşılabilir ve sağlıklı ürün satmayı düşündüğünü ima etmişti. Bu da anlaşılan ortaklarını kızdırmıştı.
Sabaha doğru Fehmi bir baskın planladı. “Elif” kod adlı kişiye ulaşması lazımdı. Karolin’den “Elif”in dijital izini takip etmesini istedi. Karolin, şüphelinin sabah namazı vaktine yakın Boğaz kıyısında eski bir yalıya gideceği bilgisini verdi. Fehmi hemen ekibi topladı, gizlice yalıyı sardılar.
Yalıya girdiğinde Fehmi şaşırdı: İçerisi ithal gıda kutularıyla dolu, sahte ambalaj malzemeleri, raf ömrünü uzatan kimyasallar… Bu açıkça bir gıda terörüydü. İnsanın sağlığıyla oynamak, toplumu zehirlemek için kurulmuş bir çark.
Koridorda biri hızla kaçmaya çalıştı: Üzerinde şık bir ceket, ellerinde belgeler… Bu “Elif” kod adlı şahıstı. Fehmi peşine düştü, arka bahçede sıkıştırdı. Kısa bir arbede sonunda Elif kod adlı şüpheli yakalandı. Üzerinden çıkan notlarda Ahmet Gürel’le yaptıkları anlaşmalar, hileli belge düzenleyen finansörlerin isimleri, ithalat bağlantılarının haritaları vardı.
O an Fehmi anladı: Gürel vicdani bir uyanış yaşamıştı. Bu kirli işe son vermeye kalkınca “Elif” adlı ortak onu ortadan kaldırmıştı. İpuçları da bilinçli olarak Sırp süt kutusu gibi detaylarla yanıltma amacı güdüyordu. Neyse ki Karolin’in hızlı analizi, Fehmi’nin dikkati ve ekip ruhu bu oyunu bozdu.
Emniyete döndüğünde Fehmi, Karolin’e dönüp gülümsedi: “Güzel iş çıkardık. Bu sadece bir cinayetin aydınlatılması değil, toplumun sağlığını tehdit eden bir şebekenin deşifre edilmesiydi.”
Karolin: “Evet Fehmi, adalet yerini buldu. Helal rızık, temiz gıda, hilesiz ticaret… Bunlar insanın huzuru için gerekli. Bu şehirde yalan, hile barınamaz. Senin gibi dürüst insanlar olduğu sürece.”
Fehmi pardösüsünü askıya astı, pencereden İstanbul’un yeni aydınlanan siluetine baktı. Güneş doğuyor, şehrin üzerinde yeni bir sayfa açılıyordu. Adalet, sabır ve doğru bilginin peşinden gittiği için bu kez de zafer onundu. Bu hikâye bir polisiye olarak başlamış, ama sonunda değerler, helal kazanç, doğru beslenme ve toplumsal fayda için verilen bir mücadeleye dönüşmüştü. Fehmi, Karolin’e hafifçe gülümseyerek “Elif” dosyasını kapattı.
***
Fehmi, “Elif” kod adlı suç ortağını yakaladıktan sonraki haftayı nispeten sakin geçirmişti. İstanbul’un caddelerinde hafif bir yağmur, hafif bir güneş… Şehrin alıştığı o kararsız hava belki de gökteki bulutların değil, insan ruhunun yansımasıydı. Fakat bu huzur, sadece sükûneti önceleyen büyük bir fırtınanın habercisiydi. Tehlike, şehrin kenar mahallelerinde, derin sokaklarında usulca büyümekteydi.
Bir akşamüstü, Emniyet Müdürlüğü’ndeki odasında, Fehmi bardakta soğumuş çayına bakarken Karolin’e seslendi:
“Karolin, son vakalardan bir özet geç lütfen. Yeni bir gelişme var mı?”
Karolin’in sesi her zamanki gibi berrak ve sakindi:
“Bugün Ataköy’de bir cinayet ihbarı alındı. Kurban: Hayri Dinçer, kasap dükkânı sahibi. Ceset dükkânın arka soğuk odasında bulundu. Bedeninde garip kesikler, işkence izleri var. Yanında bir not: ‘Haram yiyenin kanı da haramdır!’”
Fehmi koltuğunda doğruldu, kalbi hafifçe hızlandı. Bu not bir mesajdı, belki bir seri katilin ilk işareti. “Karolin, bu olayı derinlemesine analiz et. Başka benzer vakalar var mı?”
Karolin hızla veri taradı:
“Geçtiğimiz üç gün içinde iki benzer cinayet: Biri Esenler’de bir tekel bayii sahibi, diğeri Fatih’te bir lüks restoran şefi. Her ikisinin de işledikleri bazı gıda hileleri, haram kazanç şüphesi kayıtlarda yer alıyor. Onların yanında da benzer notlar bırakılmış: ‘Siz dünya midelerini zehirlediniz, şimdi hesap vereceksiniz!’”
Fehmi’nin içi ürperdi. Bu bir seri katildi. Öyle sıradan bir hırsızlık ya da mafya hesaplaşması değildi. Katil, haram kazanç sağlayan, halkın gıdasını kirleten insanları hedef alıyor, onları vahşice ortadan kaldırıyordu. Bir anlamda kendince bir “temizlik” yapıyor, kanlı bir adalet dağıtıyordu.
Karolin devam etti:
“Bu üç kurbanı ne bir mafya grubu ne de bilinen şebekelerle net bir şekilde ilişkilendirebiliyorum. Ancak hepsi yakın geçmişte hileli gıda ticareti yapmış, sahte et, bozuk süt, kimyasal katkılı ürün satmış. Bu ortak nokta önemli.”
Fehmi derin bir nefes aldı. Seri katilin kimliği belirsizdi ama motivasyonu açıktı: Gıda sahtekârlığı yapanları cezalandırıyordu. Belki “Elif” meselesinden sonra bu katil, Fehmi’nin açığa çıkardığı çarkın aktörlerini birer birer avlamaya başlamıştı.
Saat gece yarısını geçerken Fehmi, Ataköy’deki cinayet mahalline ulaştı. Polis bantları, flaşlar, meraklı mahalleli… Bir polis memuru Fuat yaklaştı:
“Amirim, içerideki manzara vahim. Kurbanın elleri kolları bağlanmış, karnına sırayla kesikler atılmış. Katil işkence yapmış. Bu sadistçe bir eylem.”
Fehmi dişlerini sıktı. Bu sadece intikam değil, bir çeşit saplantıydı. Katil, kendini belki bir adalet savaşçısı olarak görüyor ama gerçekte vahşi bir caniye dönüşüyordu.
Depoya girince yoğun et kokusu, soğuk hava çarptı yüzüne. Zemin kanlıydı, yerlerde kasap bıçakları, aletler… Ve duvarda kanla yazılmış bir cümle: “HELAL ÖLÜM, HARAM YAŞAM!”
Bu kanlı manifestoydu. Katil mesaj vermeyi seviyordu.
Karolin, Fehmi’nin kulaklıktan verdiği komutla olay yerini tarayarak ipuçlarını analiz etti. Önceki vakalarla benzerlikler: Belirli türde kesikler, kurbanın hayatta kaldığı süre boyunca işkence, her seferinde yerli üretimle dalga geçen ithal ürün ambalajlarının yakında bulunması. Katil bir yandan intikam alırken bir yandan da ithal ürün çetelerinin izlerini mi kullanıyordu?
Fehmi, “Karolin, bu vahşetin ardında kim olabilir? Belki bir dinî fanatik, belki yerli üretim taraftarı saplantılı biri, belki gıda mafyasının içinden biri. Sorgulanan, ifşa olan çok kişi vardı. Elif kod adlı şahıs konuşmadı mı?”
Karolin: “Elif ifade vermeyi reddediyor. Ancak avukatının kim olduğunu buldum: Eski bir veteriner hekim, adı Duman. Bu hekim, geçmişte bozuk etleri piyasaya süren çetelerle temas halindeydi. Duman’ın kayıtlarında hayvanlara acımasız deneyler yaptığına dair notlar var.”
Fehmi’nin kanı dondu. Belki bu Duman, seri katile yol gösteriyor ya da katil Duman’dan esinleniyor. Bu kadar acımasızlık, soğukkanlılık… Duman veterinerdi, hayvan kesim yöntemlerini, etin nasıl işlenmesi gerektiğini biliyordu. Belki kurbanları da “et” olarak görüyordu. İğrenç bir sapkınlık!
Sabaha karşı Fehmi ekibiyle Duman’ın evine baskın yaptı. Evde kimse yoktu, ama içinde kaydı olan bir hafıza çipi buldular. Karolin hafıza çipini analiz etti: Katil, kurbanların isimlerini, tarihleri ve ithal ürünlerin kaydını tutuyordu. Bir de sonraki hedefin notu: “Reis’in danışmanı Fehmi’yi de listeme almalıyım. O da bu düzenin parçası değil mi? İpucu arıyor, hakikatin peşinde olsa da sistemin içinde. Onu da haram sofralarına tanıklık ettiği için cezalandıracağım.”
Fehmi’nin yüzü kaskatı kesildi. Katil ona da meydan okuyordu. Bu iş kişiselleşmişti. Bu nedenle daha hızlı, daha dikkatli davranmalıydı. Bu vahşi seri katil, kimsenin emrinde değil, kendi adalet anlayışıyla hareket ediyor gibiydi.
Karolin alarmla bildirdi: “Amirim, yeni bir cinayet ihbarı: Balat’ta bir eski süt deposunda çığlıklar duyulmuş. Komşular polise haber vermiş.”
Fehmi tereddüt etmedi, hemen ekibini toplayıp yola koyuldu. Trafik her zamanki gibi berbat, yağmur yine yağıyordu. Bu sırada Karolin Fehmi’ye fısıltıyla konuştu:
“Dikkatli ol. Bu katil belli ki çok zeki, izler bırakıyor, davet ediyormuş gibi. Belki seni bekliyor. Sakın yalnız dalma.”
Fehmi Balat’taki o eski, terk edilmiş süt deposunun loş koridorlarında ilerlerken gerilim doruktaydı. Etraf rutubetli, paslı zincirler tavanlardan sarkıyordu. Derken bir köşeden bir inilti geldi. Fehmi silahını çekti, adımları temkinli. Ekibinin bir kısmı girişte, bir kısmı yan koridorda. Kapkaranlık bir odanın önünde bir gölge belirdi. Uzun bir önlük, elinde kasap bıçağı. Yüzünde bir cerrah maskesi, gözlerinde vahşi bir parıltı.
“Hoş geldin Komiser Fehmi,” dedi alçak, metalik bir ses. “Beni bulacağını biliyordum. Sen de haram sofraların farkındasın. Neden durdurmuyorsun bu gıda terörünü? Neden sustun bunca yıl?”
Fehmi, “Ben susmadım, mücadele ediyorum. Ama senin yaptığın da adalet değil, vahşet! Bu insanların kanını akıtarak hangi yaraya merhem olacaksın?”
Katil güldü, ürkütücü bir tınıyla: “Bu düzen böyle değişmez, ben haram yiyenleri bertaraf ediyorum. Belki seni de…”
Bir anda fırladı. Bıçak havada parladı. Fehmi yana sıçradı, ekibinden iki memur koştu, silahlar patladı. Kurşunlar metal rafları zıngırdattı. Katil göz açıp kapayıncaya kadar arka pencereden atladı. Fehmi peşinden giderken Karolin kulaklıktan “Dışarıda yağmur sesini arttırıyorum, izini kaybetme!” diye uyardı. Ama katil sanki gölge gibi kayboldu.
Fehmi, gecenin sonuna gelirken, katilin elinden bir şeyi kaptı: Üzerinde “Duman” yazılı bir veteriner kimlik kartı. Yani katil büyük ihtimalle Duman’ın ta kendisiydi. Kayıplara karışan bu sapkın veteriner, şehirde haram kazanç peşinde koşan gıda tacirlerine ölüm saçıyor, şimdi de Fehmi’yi listesine eklemişti.
İstanbul’da şafak sökerken, Fehmi kollarını bağlayıp sokakta ayakta durdu, gözleri yağmurlu dar sokağa dikiliydi. Serinin devam edeceği belliydi. Katil hâlâ dışarıdaydı, tetikte bekliyordu. Artık bu kişisel bir mücadeleydi: Bir yanda kanlı “adalet” peşinde koşan bir seri katil, öte yanda gerçek adaleti, hukuku, merhameti savunan Komiser Fehmi ve Karolin.
Gerilim yükselmişti. Bir sonraki adım ne olacaktı? Fehmi bunu düşünürken, Karolin kulaklıktan sessizce konuştu: “Dikkatli ol Fehmi, bu sadece bir başlangıç. Duman seni sınayacak, seni korkutacak. Cesaretini, inancını kaybetme. Gerçek adalet, kan dökmeden de sağlanabilir. Onu durdurmalıyız, her ne pahasına olursa olsun…”
Fehmi sessizce başını salladı. Bu şehri bu gölge tehdidinden kurtarmak zorundaydı. Savaş yeniden başlamıştı.
***
Duman’ın kaçışının üzerinden birkaç gün geçmişti. İstanbul’un sokakları bu kez soğuk bir rüzgârla titreşiyor, gölgeler daha uzun düşüyordu duvarlara. Seri katil, haram kazancı olanları hunharca cezalandırmaya devam mı edecekti? Fehmi uyumuyor, Karolin durmadan veri tarıyor, ekip her ipucunun peşinde koşuyordu. Ancak Duman adeta sisin içinde kaybolmuştu.
Bu sırada Emniyet Müdürlüğü’nün koridorlarında beklenmedik bir ziyaretçi belirdi: Aylin isimli bir gazeteci. Ama sıradan bir gazeteci değildi o. Fehmi’nin eski vakalardan bildiği, çetin ceviz, araştırmacı bir muhabirdi Aylin. Halkın gıda güvenliğini savunan, ithal sahte gıdaları ortaya çıkarmak için yıllardır çabalayan, hatta ölüm tehditleri almış cesur bir araştırmacı. Gizli raporlar, sızan belgeler, kimyasallarla şişirilmiş meyveler, eski tarım kooperatiflerinden gelen haykırışlar... Aylin bunları deşifre ediyordu. Şimdi burada olması tesadüf değildi.
Fehmi, Aylin’i makam odasına kabul etti. Karolin dijital ekranlarda ikisinin görüşmesini sessizce izliyor, gerekirse araya girip veri sunmaya hazır bekliyordu.
Aylin, “Komiser Bey,” diye başladı, sesi hafif titrek ama kararlı, “Bu Duman denilen caniyle ilgili elimde bazı bilgiler var. Uzun süredir gıda terörünü araştırıyordum. Duman’ın adını, internette çok gizli forumlarda gördüm. Kendisi sadece bir katil değil, aynı zamanda bir ideolog. ‘Haram yiyenler, haram kan taşır’ fikrine saplanmış. Bir çeşit intikam misyoneri.”
Fehmi kaşlarını çattı: “Bunu biz de tahmin ediyorduk. Ama senin fazladan ne bilgin var, Aylin?”
Aylin çantasından eski bir defter çıkardı. “Bakın, bu defter bir zamanlar Anadolu’nun ücra bir kasabasındaki bir süt üreticisine aitti. Saf, doğal üretim yaparken iflas etmişler, markalarını mafyaya kaptırmışlardı. Bu defterde notlar var: Duman gençliğinde bir veteriner adayı olarak bu köyde çalışmış. İnsanların temiz, helal gıdaya ulaşmasını dert edinen biriymiş başlangıçta. Ama sonra ne olduysa katılmış ithalat çetelerine, belki dayanamamış para cazibesine, belki tehdit edilmiş. Nihayetinde çarpıtılmış bir adalet anlayışı geliştirmiş.”
Fehmi defteri inceledi, sayfalar yıpranmış, el yazısı eskiydi. İçinde Duman’ın adı küçük harflerle geçmiş: “Dum. vet. stajyer. Gönlü iyi ama öfkeli…” gibi notlar. Bu, katilin ruhunu anlamak için bir ipucuydu. Demek ki Duman bir zamanlar iyiliğe inanan, belki adaletsizliğe isyan eden biriymiş. Şimdi ise kendi eliyle kan döken bir caniye dönüşmüştü.
Karolin araya girdi:
“Amirim, son üç cinayetin işlendiği mahallelerin yakınında bir ortaklık var: Hepsi eski yerli ürün satan küçük dükkânların bulunduğu bölgelere yakın. Belki Duman bu yerlere hâlâ özlem duyuyor, belki onlara dokunmuyor. Sadece ‘haram kazancı’ olanları avlıyor.”
Fehmi derin bir nefes aldı: “Aylin, sen bu forumları ne kadar inceledin? Duman sıradaki hedefini açıklamış mı?”
Aylin gözlerini yere indirdi: “Pek değil, ama bir şifreli mesaj gördüm. ‘Büyük market zincirinin en üst rafında çürük elma var, onu indireceğim.’ Bu belki de büyük bir gıda zinciri patronunu hedef aldığını gösteriyor.”
Büyük market zinciri… Şehirde öyle çok zincir market var ki. Fehmi Karolin’e döndü: “Karolin, şehirdeki en büyük ithal gıda ticaretine kim hükmediyor?”
Karolin saniyeler içinde cevapladı: “Birisi dikkat çekiyor: Halim Kurt. İthal süper lüks gıdalar getiren, düşük kalite ürünleri paketleyen, geçen ay senin de Elif meselesinde adı geçen güç odaklarından biri. Kurt’un son zamanlarda güvenlik önlemlerini artırdığı biliniyor.”
İşte orada! Fehmi’nin gözleri parladı. Katil Duman, Halim Kurt’u hedef almış olabilirdi. Kurt, Elif’in çarkında da vardı; belki Duman ondan da intikam almak istiyordu. Ekip hazırlık yaptı. Gece çökerken Fehmi, Karolin’in tavsiyeleri ve Aylin’in verdiği ipuçlarıyla Halim Kurt’un lüks rezidansına gitti.
Rezidans, güvenlikli, elektronik asma kilitlerle korunuyordu. Asansörler İngilizce konuşuyor, duvarlar pırıl pırıl parlıyordu. Fehmi’nin burnuna gelen steril bir koku… Burada göze batan tek kir, insanların vicdanlarındaki karanlıktı.
Aylin, Fehmi’nin yanında zırhlı yelekle bekliyor, Karolin kulaklıkta her an veri sağlıyordu. Ekip binaya girdiğinde alarm çaldı. Güvenlik kameraları kapalıydı. Bu, Duman’ın içeri sızdığına dair bir işaretti. Zaman daralıyordu.
Koridorlarda ilerlerken bir kapıdan sızan hafif bir ışık fark ettiler. İçeride bir fısıltı: “Halim, sen de haram sofranın efendisisin… Senin de kanın haram.” Bu Duman’ın sesi olmalıydı. Halim Kurt boğuk bir sesle yalvarıyor: “Lütfen, yapma! Ödeyeyim, ne istersen veririm!”
Fehmi kapının yanına çömeldi, ekip sessizce pozisyon aldı. Duman parayla ilgilenmiyordu, o “ilkesel” bir katildi. Bu durum ölümün kaçınılmaz olduğunu gösteriyordu. Fehmi Karolin’e fısıldadı: “Kapıyı açtığımda ışıkları söndür Karolin, sürpriz yapalım.”
Karolin itaat etti. Fehmi el işaretiyle ekibe üçe kadar saydı, sonra kapıyı omzuyla kırdı. İçerisi loş, Duman elinde bir ucu keskin şırınga, belki zehir enjekte edecekti. Işıklar sönünce panikledi, Halim Kurt koltuktan düştü. Silah sesi patladı, bir memur çığlık attı. Ortalık karıştı.
Fehmi karanlıkta kulaklarını dört açtı. Duman nefes alışıyla bile yerini belli ediyordu. Bir adım, iki adım… Fehmi hızla atıldı, Duman’ın kolunu yakaladı, bıçak yere düştü. Adam güçlüydü, veteriner deneyimi ona insan anatomisinde zayıf noktaları biliyor. Fehmi’yi köprücük kemiğinden yaralamaya çalıştı. Acı bir kıvılcım gibi saplandı Fehmi’nin omzuna.
Aylin elindeki küçük el fenerini yaktı, Duman’ın yüzünü aydınlattı. İlk kez göz göze geldiler. Duman’ın gözlerinde cinnet, öfke, hayal kırıklığı vardı. Aylin, “Dur!” diye bağırdı, “Böyle çözemezsin sorunları. Bu haram düzeni ifşa edeceğiz, ama kan dökmeden!”
Duman bir an duraksadı. Bu an Fehmi için fırsattı, Duman’ın bileğini büküp etkisiz hale getirdi. Ekip kelepçeleri taktı, Karolin ışıkları yeniden yaktı. Halim Kurt baygın halde, ama yaşıyor. Fehmi kanayan omzunu tutarak mırıldandı: “Bitti Duman, teslim ol. Adalet kanunlarla sağlanır, senin bıçaklarınla değil.”
Duman hırıltıyla güldü: “Siz de bu sisteme hizmet etmiyor musunuz? Gıdayı kirletenleri tutukluyorsunuz, ama yerlerine yenileri geliyor. Ne değişecek?”
Aylin ileri çıktı, sesi titremiyordu: “Değişecek. İnsanlar bilinçlenecek, ithal kimyasallara, hileli ürünlere karşı duracak. Biz de gerçekleri yazacağız. Fehmi gibi dürüst polisler, Karolin gibi bilge asistanlar olacak. Halk uyanacak, bu döngü kırılacak.”
Fehmi bakışlarını Duman’dan uzaklaştırdı. Bu son sözler içini ısıttı. Canı yanıyordu ama bir zafer duygusu vardı göğsünde. Sadece bir seri katili yakalamak değildi bu; aynı zamanda bir kısır döngüye karşı umut tohumları ekmekti.
Karolin kulaklıktan hafif bir müzik çaldı. Belki tesadüf, belki bir sistem hatası, belki de yapay zekânın kendi dokunuşu… Naif bir türkünün sözsüz melodisi odada yankılandı. Fehmi gülümsedi. Yine mucize beklemiyordu, ama insanlar ve yapay zekâlar birlikte, adil bir dünya için çabalayabilirdi.
Duman gözlerini kapattı, yenilmişti. Aylin defterine notlar aldı, yarın bu çarpık düzeni ifşa eden bir makale yazacaktı. Fehmi ise yaralı omzuna rağmen ekip arkadaşlarına dönüp, “Tamam arkadaşlar, işi bitirdik,” dedi. “Adalet yerini buldu, bu haram kasap artık kimseye zarar veremeyecek.”
Dışarıda sabah ışığı yavaş yavaş gri gökyüzünü maviye çeviriyordu. İstanbul bir kere daha uyanıyor, bir kere daha yaşam devam ediyordu. Fehmi, Karolin ve Aylin artık bu şehrin bilinçli tanıklarıydı. Ortada sürpriz bir iş birliği doğmuştu: Polis, yapay zekâ ve dürüst bir gazeteci. Belki gerçek değişim böyle başlardı.
***
Fehmi, karanlık bir İstanbul akşamında Emniyet binasından çıkarken telefonu titredi. Arayan, Polis Akademisi’nden eski devre arkadaşı Murat’tı. Uzun zamandır görmemişti onu; Murat teşkilatta sevilen, hırslı bir polisti ama birkaç yıl önce istifa edip özel güvenlik işine girdiğini duymuştu. “Ne oldu acaba?” diye mırıldandı Fehmi, telefonu açarken sesindeki tedirginliği gizleyemedi.
“Halo Fehmi… Sana acil ihtiyacım var!” diye fısıldadı Murat’ın sesi. Sanki boğazına kadar batağa saplanmış gibiydi. “İftira altındayım, bir cinayet suçlaması üzerime yıkılıyor. Beni bulmaları an meselesi. Yardım et Fehmi, lütfen!”
Fehmi’nin kaşları çatıldı. “Sakin ol, detay ver. Neredesin Murat?”
Murat nefes nefese: “Bir depoda saklanıyorum. Adres: Eski Unkapanı Hanı’nın arka sokağındaki hurdalık. Buraya gel, ama dikkatli ol. Bu işin içinde mafya var, üst düzey adamlar… Ve cinayet. Beni o cinayeti işlemekle suçluyorlar. Oysa ben masumum!”
Fehmi bakışlarını boşluğa dikti. Mafya, iftira, cinayet… Eski arkadaşının başı belada. “Tamam Murat,” dedi, “Bekle, hemen geliyorum.”
Yola koyuldu. Karolin’i (yapay zekâ asistanını) kulaklığına bağladı. “Karolin, Murat Demir adlı eski polisi araştırsana. Ne olmuş son dönemde?”
Karolin hızlıca cevapladı: “Murat Demir, 2 yıl önce emniyetten istifa. Özel güvenlik şirketlerinde çalışmış. Son bir ayda ismi bir mafya lideriyle anılıyor: Korkmazlar Çetesi. Ayrıca dün gece yapılan bir operasyonda bir gazeteci öldürüldü; fail belirsiz ama Murat’a suç atılmış gibi görünüyor.”
Fehmi’nin midesine bir yumru oturdu. Gazeteci cinayeti! Bu iş ciddiydi. “Karolin, gazeteci kimdi?”
“Adı: Şahika Altun. Yerli tarım savunucusu, mafyanın ithal ürün kaçakçılığına dair dosyalar hazırlıyordu,” dedi Karolin.
Fehmi dişlerini sıktı. Mafya yine iş başında. Duman olayından sonra da şehirde türlü kriminal ağlar cirit atıyordu. Belki bu kez mafya, dış ticaret ve hileli gıda çetelerine dair ifşaattan korkmuş, gazeteciyi susturmuştu. Suçu da Murat’ın üzerine atıp masum bir adamı harcamak istiyorlardı.
Unkapanı’na vardığında hurdalığın önünde arabasını durdurdu. Yağmur ince ince çiseliyordu. Ortalık sessiz, ara sokaklar ıssızdı. Fehmi tabancasını kontrol etti. Karolin’e fısıldadı: “Bölgede anormal aktivite var mı?”
Karolin: “Yakınlarda iki siyah SUV tespit ettim. Plakalar sahte, muhtemelen mafya tetikçileri. Dikkatli ol amirim.”
Fehmi omzunu dikleştirdi, gölgeler arasından saklanarak depoya yaklaştı. Paslı bir kapı, arkadan fısıltılar. Bir kedinin çöp tenekesini devirip kaçmasıyla anlık bir ses yükseldi, Fehmi tabancayı kınından hafifçe çekti. İçeri sızdığında Murat’ı kan ter içinde, elinde boynuna dayalı bir tabanca ile gördü. Karşısında iki iri yarı herif. Belli ki Murat’ı sorguluyorlar.
Fehmi önce tetikçi heriflere seslenmeden pozisyon aldı. Bir demir kasanın arkasına çömeldi, sessizce Karolin’e fısıldadı: “Karolin, en yakın destek ekip nerede?” Karolin: “İki memur 5 dakikaya gelebilir. Ama o kadar zamanın yok gibi.”
Fehmi derin bir nefes alıp ortaya çıktı, “Polis! Silahları indirin!” diye bağırdı. İri herifler şaşırdı, biri Murat’ın kafasına silahı dayadı, “Yaklaşma yoksa gebertirim!” Fehmi gözlerini kırpmadan, “İndir o silahı. Ben Fehmi, Emniyet’ten. Bu adam masum. Eğer onu vurursanız buradan çıkamazsınız,” dedi, sesi emirdi.
Diğer herif Fehmi’ye nişan aldı. Tam o an Karolin kulaklıkta uyardı: “Ateş etme pozisyonu aldı!” Fehmi yana atıldı, tabancasını ateşledi, herifin elindeki silahı vurdum duymaz bir hassasiyetle elinden uçurdu. O an Murat bir hamleyle silah dayayan adamın bileğini büktü, adam inledi, tabanca düştü. Fehmi koştu, Murat’ı korumaya aldı, diğeri kaçmaya çalışırken kapıda iki polisin belirmesiyle kıstırıldı.
Murat titriyordu. Fehmi koluna girdi, “Tamam Murat, güvendesin.” Murat, “Fehmi, bana iftira attılar. Gazeteciyi ben öldürmedim. Şahika Altun’u tanırdım, yardıma gelmişti bana. Onu susturdular. Çünkü Şahika mafyanın sahip olduğu büyük market zincirlerindeki hileleri ifşa edecekti. Beni de katil göstermek istediler.”
Fehmi’nin gözleri öfkeyle parladı: “Bu iki adamı konuşturacağız. Patronları kim?” Karolin, sorgu verilerine göre Korkmazlar Çetesinin başındaki isim Kemal Korkmaz’ı işaret ediyordu. Kemal Korkmaz bir süredir takip altındaydı ama elinde somut delil yoktu. Gazeteci cinayeti ve Murat’a iftira, belki de ona ulaşmak için bir anahtardı.
Sabaha karşı Emniyet’e döndüler. İki tetikçi dehşet içinde itiraflarda bulundu. Kemal Korkmaz, yurt dışından kalitesiz gıda getirip lüks paketlerle iç piyasaya sürüyor, Şahika Altun bu skandalı ifşa etmek üzereydi. Onu susturmak için azmettirici Korkmaz, Murat’ı olay yerine yakın bir yerde gösteren sahte delillerle polis kökenli Murat’a suçu yıkmak istemişti. Ama Fehmi’nin müdahalesi planlarını bozdu.
Fehmi Karolin’e döndü: “Kemal Korkmaz’ın nerede saklandığını biliyor musun?” Karolin: “Son sinyal, Boğaz kıyısındaki bir villadan geldi. Yüksek güvenlikli, adamları var.”
Fehmi, “Ekip hazırla. Bu sefer büyük balığı yakalıyoruz,” dedi.
Murat’ın gözlerinde minnet vardı. “Fehmi, yine beni kurtardın. Polisi bıraktığıma pişman oldum şimdi. Ama bu kez tekrar doğru olanın yanında duracağım. Sana yardım edeyim.”
Fehmi başıyla onayladı: “Tamam Murat, ama dikkatli ol. İşin içinde büyük para, büyük güç var. Gıda sektöründe karanlık işler döndüğünü biliyorduk. Şimdi her şey açığa çıkacak.”
Gece vakti Boğaz’daki villaya operasyon başladı. Kapıda ağır silahlı adamlar, içeride pahalı tablolar, ithal yiyecekler, kemerli salonlar… Fehmi, Murat ve özel tim kapıları kırarak içeri daldılar. Silah sesleri yankılandı, birkaç dakika süren sıcak çatışma sonunda Kemal Korkmaz odasında sıkıştı. Korkmaz panik içinde masanın altından bir tabloyu indirirken Fehmi silahını doğrulttu:
“Bitti Korkmaz. Artık haram pazarın, iftiraların, cinayetlerin açığa çıktı. Şahika’nın kanı yerde kalmayacak.”
Korkmaz sırıttı: “Şişirdiğiniz bu dünyada her şey satılık. Senin bile…?” Fehmi kararlılıkla yanıtladı: “Ben satılık değilim. Adalet satılık değil.”
Murat, bir zamanlar teşkilatta geçirdiği günleri hatırlayarak, Korkmaz’a kelepçeyi takan el oldu. Karolin, uzaktan desteğiyle kamera kayıtlarını, ticaret belgelerini, yasadışı anlaşmaları polise aktardı. Delil yığınları artık tamamdı.
Sabah olurken Emniyet binasında Fehmi, Murat ve Karolin başarının tadını çıkarıyordu. Murat’ın iftiradan kurtuluşu, Korkmaz’ın yakalanması, gazeteci Şahika’nın anısına adaletin yerini bulması… Gıda terörünün çarkına bir darbe daha. Belki her şey tozpembe değildi, ama Fehmi gibi dürüst polisler, Murat gibi pişman olup doğruda birleşenler, Karolin gibi tarafsız bilge asistanlar, Aylin gibi cesur gazeteciler varken umut daima vardı.
Fehmi, Murat’a bakıp elini sıktı: “Eski günlerdeki gibi, yine iyi iş çıkardık kardeşim.”
Murat gözleri nemli, “Evet Fehmi, iyiliği unutmadık. Bu şehirde belki karanlık bitmez ama biz ışığı yakarız.”
Karolin sessizce gülümsedi. İstanbul bir kez daha uyanırken adalet biraz daha güçlenmişti.
***
Fehmi, İstanbul’un sisli bir akşamında Emniyet binasından çıkarken huzursuz bir his kaplamıştı yüreğini. Karolin, kulaklığından hafifçe hışırtılı bir sesle fısıldadı: “Amirim, siber ağlarda garip hareketlenmeler var. Birkaç gece önce yakaladığımız mafya liderinin yandaşları değil bu, başka bir dalga. Mesajlar şifreli, korku öğeleri içeriyor.”
Fehmi kaşlarını çattı. Gecenin rutubeti ceketinin yakasına sinerken bu belirsizliğin tadına hiç varmıyordu. “Paranormal” kelimesi aklına düştü. Son haftalarda şehirdeki sokak lambalarında durduk yere patlamalar, aniden dalga dalga yayılan uğultular, mahalle aralarında görüldüğü iddia edilen karaltılar… Bu tür söylentiler artmıştı. İnsanlar sosyal medyada tuhaf varlıklar gördüklerini anlatıyor, gizli terör ağlarından bahsediyorlardı.
Ertesi sabah, Fehmi olay yeri inceleme ekibinden bir çağrı aldı. Balat’ın kuytu bir sokağında bir ceset bulunmuştu. İddialara göre ceset, yarı saydam görünümlü, sanki anlık olarak boyut değiştirmiş gibi garip bir haldeydi. Fehmi oraya vardığında polis bantlarının ardında bir kalabalık gördü. Karolin kulaklıktan uyardı: “Buradaki elektromanyetik alan normal değil. Cihazlarım tuhaf sinyaller alıyor.”
Cesedi inceledi. Kurban, kimliksiz, ama cilt dokusu bozulmuş, göz bebekleri bembeyaz. Göğsünde eski harflerle kazınmış bir işaret: “Lam-Alef-Ha” benzeri bir sembol. Fehmi bu sembolü hiç görmemişti. Karolin’e sordu. Karolin: “Bu sembol bazı eski terör gruplarının kullandığı mitik bir im.”
Karolin, siber hafızasında arama yaptı: Sembol, “Zalha” adında eski bir yeraltı tarikatının işaretiymiş. Bu tarikat, dinî veya ideolojik terörden ziyade, dünya dışı güçlere tapındığını iddia eder, kurbanlarını kanlı ayinlerle katlederek topluma korku salarlarmış. Son zamanlarda da ekonomik dengeleri, gıda piyasasını, politik istikrarı sabote ettikleri söylentileri yayılmıştı. Hem terörist, hem okült bir çete!
Fehmi’nin midesi sıkıştı. Bu artık basit bir suç ya da mafya hesaplaşması değildi. Paranormal öğelerle bezenmiş, korkunç bir terör dalgası şehre sızıyordu. Belki ithalat-ihracat hilelerini kapatarak, sahte gıda çetelerini çökerten Fehmi, şimdi yeni bir cephedeydi: Görünmez varlıkların, garip simgelerin gölgesinde, bir terör örgütünün korku stratejisiyle.
Aynı gün Emniyet’e gizli belgeler geldi. Karolin yeni bir şifreli mesaj tespit etmişti. Mesajda şunlar yazıyordu: “Fehmi, sen bizim avımızsın. Dünyanın çürük yiyeceklerine karşı açtığımız bu savaşta, sen engelsin. Korku kapını çalacak, gölgeler seni bulacak. Zalha’nın ayini yaklaşıyor.”
Fehmi dişlerini sıktı. Bu terörist grup, Zalha ayini dedikleri bir ritüel düzenleyecek ve şehre korku salacaktı. Belki de insanları paniğe sürükleyip büyük bir kaos yaratacaklardı. Karolin, “Amirim, çeşitli forumlarda terör tehditleri var. Şehrin su kaynaklarını zehirleyebilirler, ya da gıda depolarını lanetlediklerini iddia ediyorlar. Halk arasında hurafelerle korku yayıp ekonomik çöküşü hızlandırmak istiyorlar.”
Fehmi, Paranormal Araştırmalar Birimi’nden yardım istemeye karar verdi. Normalde böyle bir birim gayet kenarda köşede durur, ciddiye alınmazdı ama şimdi şartlar farklıydı. Birimden Orhan adında bir uzman katıldı ekibe. Orhan cinayet mahallini incelediğinde tuhaf sembollerin lanetli sözde dualarla birlikte kullanıldığını fark etti. Bu dualar, insanlara psikolojik etki yapıyor, geceleri kâbuslar gördürüyor, şehirde toplu hezeyanlara neden oluyordu.
Gece yarısı Fehmi ve Orhan eski bir hanın bodrumunda buluştu. Karolin dronlarıyla havadan destek sağlıyordu. İstihbarat: Zalha grubunun lideri “Maskeli Terörist” lakaplı biri, gizli bir ayin düzenleyecekti. Bu terörist sadece metafizik iddialarıyla değil, elinde bulundurduğu kimyasal silahlarla da tehditkârdı. Bir yandan doğaüstü korku salarken, bir yandan da gerçek terör yöntemleri uyguluyordu.
Bodrum katına indiklerinde küf ve çürümüş gıda kokusu karışımı bir kesif koku karşıladı onları. Zemine çizilmiş bir daire, ortasında garip semboller, duvarlarda eski dilde yazılar, mumlar titrek ışıklar saçıyordu. Fehmi tabancasını kaldırdı, gölgelerden bir figür belirdi. Maske takıyordu, maskenin üzerinde aynı sembol: Lam-Alef-Ha…
“Hoş geldin Fehmi,” dedi bu kısık, çatallı ses. “Senin cesaretine hayranım. Ama korku, en güçlü silahtır. Şehir bizim lanetimizle titreyecek. Suları zehirledik, gıdaları büyüledik. İnsanlar delirecek, birbirini öldürecek. Sen, bu kokuşmuş düzenin bekçisi, engel mi olacaksın?”
Fehmi soğukkanlı: “Maske arkanda sakladığın ne? Kaldır ellerini!”
Adam kahkaha attı. Bir kolunda kimyasal şırıngalar, diğerinde kısa namlulu silah. Orhan bir adım geri çekildi, Karolin kulaklıktan “Sinyal karışıyor, dikkat!” diye uyardı. Dronlar yukarıda ama bodrumun içine giremiyorlar.
Adam birden mumları devirdi, ortalık karanlığa büründü. Fehmi’nin omzuna garip bir el dokundu, sanki birisi daha vardı içeride. Bir fısıltı: “Kork… kork…” Fehmi ürperdi. Bu bir halüsinasyon muydu yoksa gerçekten iki kişi mi vardı?
Orhan el fenerini yaktı. Işıkta bir anda teröristin yüzüne gelen yansıma, maskenin altında dövmeler… Adam hızla saldırdı. Fehmi yana atlayıp bir rafı devirdi, Orhan bağırdı: “Zehrin kokusunu alıyor musun Fehmi? Burada kimyasal sızıntı var, gözlerin yanabilir, sakin!”
Fehmi ateş etti, kurşun maskeli adamın elindeki şırıngayı parçalayarak kimyasal sızıntıyı kesmeye çalıştı. Terörist hırladı, bir bıçak fırlattı. Bıçak Fehmi’nin kulağının dibinden geçti.
Karolin, dışarıda bekleyen ekibe radyodan emir verdi: “Yedek oksijen maskelerini getirin!” Dakikalar asırlara dönüştü. Terörist gölgeler içinde hareket ediyor, her köşeden fısıltıyla korku salıyordu. Belki de gerçekten paranormal güçlere inanıyor, bu sayede insanları sindiriyordu. Fehmi zihnini toparladı, korkuya teslim olamazdı.
Orhan eski lanet yazılarına bakıp bir aykırı dua mırıldandı. Bir şey olmadı tabi, ama bu teröriste psikolojik darbe vurabilirdi. Terörist afalladı, “Sen… sen de mi bilirsin lanetleri?” dedi panikle. Bu an Fehmi’nin fırsatıydı. Daldı ileri, maskeli adamın bileğine vurdu, silahı düşürdü. Adam boğuk bir çığlık attı.
Dışarıdan ekip koştu geldi, oksijen maskeleriyle içeri giren polisler ortalığı aydınlattı. Terörist kıvrandı, maskesi düştü. Yüzünde garip dövmeler, gözlerinde fanatik bir inanç. Bu adam şehirde terörün ve korkunun tohumlarını ekiyordu. Şebekesi? Henüz bilinmiyor. Ama lider yakalanmıştı.
“Karolin,” dedi Fehmi, “Medyaya haber: Terörist ele geçirildi. Tüm kimyasal maddeler imha edilecek. Halk su kuyularını korkusuzca kullanabilir. Bu adamın korku taktiği başarısız.”
Karolin nazikçe: “Evet amirim. Ama araştırmalar gösteriyor ki bu tür paranoyalar, söylentiler kolay bitmez. Dikkatli olmalıyız.”
Fehmi derin bir nefes aldı. Paranormal güçler belki yoktu, ama insanların inançları, korkuları onları olağanüstü yollara sürükleyebilirdi. Bu “Maskeli Terörist” sözde lanetlerle toplumu çökertmeye çalışmış, terörü bir kabus olarak kullanmıştı.
Orhan omzunu okşadı: “İyi iş çıkardın Fehmi. Paranormal mi gerçek mi, her neyse, bu kez de galip geldin.”
Fehmi hafif gülümsedi. İstanbul gecesinde sirenler susmuş, adamlar dağılmış, terörist kelepçelenmişti. Belki yarın yine yeni tehlikeler gelecekti. Ama Fehmi’nin cesareti, Karolin’in zekâsı, Orhan’ın uzmanlığı ve tüm ekibin dayanışmasıyla bu şehrin karanlığında daima bir ışık yanabilirdi. Korku yenildi, adalet bir kez daha galip geldi.
***
Fehmi, haftalar süren kaos, terör ve korku dolu olaylardan sonra biraz nefes almak ümidiyle memleketine doğru yola çıkmıştı. İstanbul’dan sabah erken saatlerde ayrılmış, Karolin’i (yapay zekâ asistanını) şehirdeki ekibine emanet etmişti. Bu kez teknolojiye değil, çocukluk hatıralarının huzuruna sığınmak istiyordu.
Minibüs dar toprak yollardan kıvrılarak giderken, Fehmi pencereden dışarı baktı: Uzakta çam ağaçları, buğday tarlaları, sessiz dağ köyleri. Gökyüzü masmaviydi, kuşlar kanat çırparken eski günlerdeki gibi içini bir sıcaklık kapladı. Buraya, çocukluk arkadaşlarıyla sözleştikleri o eski köy evine birkaç günlüğüne dinlenmeye gelmişti. Aralarında Murat, Aylin (gazeteci dostu), Orhan (paranormal araştırmalar uzmanı), hatta Emniyet’ten birkaç eski devre arkadaşı daha vardı. Bu buluşma, yorgun zihinlere iyi gelecekti.
İki saat sonra varmışlardı. Eski bir Anadolu kasabasının kıyısında, üç katlı ahşap bir evin önünde indiler. Karşılarında ilkokul arkadaşı Hüseyin, şimdi kasabanın cami imamı olarak görev yapıyordu. Uzun boylu, güler yüzlü, sakalları hafif kırlaşmış Hüseyin, Fehmi’yi görünce kucakladı. “Hoş geldin Fehmi! Dünya ahvalini bırak da az dinlenelim burada,” dedi.
Fakat Hüseyin’in gözlerinde garip bir hüzün vardı. Sohbetin ilk dakikalarında bile o hüzün tüm neşeyi gölgeliyordu. Fehmi fark etti: “Hüseyin, hayırdır, bir derdin mi var?”
Hüseyin başını öne eğdi, sesi kısık: “Fehmi, sadece bir iki gün oldu… Arkadaşlarımızdan Mehmet’in yaşlı annesi, o yalnız yaşayan teyze… Cinayete kurban gitmiş. Dün defin oldu. Polisler pek bir ipucu bulamadı. Mehmet perişan. Bu köy sakin, güvenli bir yer sanılırdı. Şimdi herkes tedirgin. Komiserim, sen gelmişken belki yardım edersin?”
Fehmi’nin keyifli vakit geçirme hayali bir anda dağılırken, mesleki refleks devreye girdi. “Elimden geleni yaparım, Hüseyin. Önce Mehmet’i görelim. Teyze nasıldı, kimseyle husumeti var mıydı?”
Akşamüstü kasabanın kahvesinde buluştular. Orhan, Murat ve Aylin de yanlarındaydı. Mehmet, gözleri ağlamaktan kızarmış, sesinde titreşimle anlattı: “Annem kimseye zararı olmayan bir kadındı. Yalnız yaşardı, hayvancılık yapar, sütünü-peynirini satar, geçinirdi. Tarla yolunda cansız buldular. Başında darbe, boynunda izler var. Üstelik cüzdanı, birkaç ziynet eşyası çalınmış.”
Fehmi, “Hüseyin, sen buranın imamısın, halk seni seviyor. Kim şüpheli olabilir?” diye sordu. Hüseyin ağır ağır konuştu: “Burada kavga gürültü olmaz pek. Ama son aylarda yabancı tipler görülmüş. Arada gece yarısı ışıklar, kaçak kazı söylentileri var. Belki define avcıları, belki sahte imamlardan gelip geçiyordu. Ben birilerinin köy civarına gizlice gelip çıktığını duydum. Annene ait tarlada eskiden bir mağara olduğu söylenir. Belki talan etmek istediler.”
Aylin konuyu derinleştirdi: “Kaçak kazılar, hazine söylentileri… Belki yaşlı kadın tesadüfen bunları gördü, ifşa edebilirdi diye öldürdüler.” Orhan ekledi: “Ben de tarlaya bakmak istiyorum. Paranormal şeyler aramak gibi değil, ama ipucu bulabiliriz.” Murat başını salladı, “Hadi gidelim, vakit kaybetmeyelim.”
Akşam iyice çökmüş, gökyüzü yıldızlarla dolmuştu. Küçük bir el feneri eşliğinde tarla yolundan ilerlediler. Ay ışığı tarlayı hafifçe aydınlatıyor, çalıların arasından hafif bir yel geçiyordu. Bir köşede kan lekeleri… Fehmi diz çöktü, toprağı inceledi. “Burada boğuşma olmuş gibi.”
Karolin bu defa yoktu yanlarında, ama Fehmi’nin telefonu çekiyordu. Bir yandan Emniyet’in veri tabanına bağlanıp bu bölgedeki eski suç kayıtlarını gözden geçirdi. Kaybolan defineciler, sırra kadem basmış yabancılar… Bir rapor gözüne çarptı: Yakın zamanda terörist bir grubun şehirden kırsala kaçtığına dair istihbarat vardı. Belki bu cinayet öylesine hırsızlık değil, terör bağlantılı bir hadise olabilirdi.
Hüseyin sessizce bir dua mırıldandı. Bu tür olaylar dine, imana saldırı gibi hissediliyordu bazen. Fehmi elini omzuna koydu: “Korkma Hüseyin, halledeceğiz.” Orhan feneriyle bir taşı çevirdi, altında küçük bir metal parça buldu. Üzerinde bir mühür: Yabancı bir dilde harfler. Murat inceledi: “Bu, bir terör örgütünün işareti olabilir. Şu son terör faaliyetlerinde benzer semboller görmüştük.”
Fehmi’nin zihni netleşmeye başladı. Belki bu teröristler köyü bir sığınak, rant kapısı seçmişler, yaşlı kadına tanık olduğu için acımasızca saldırmışlardı. Şimdi onları bulmak gerekirdi. Telefonla Emniyet’e ulaştı, yakın zamanda bölgedeki yabancı plaka kayıtlarını sordu. Sonuç: İki gün önce gece yarısı siyah bir pikap girmiş çıkmış bu civara. Bu pikap terör şüphelileri tarafından kullanılmış olabilir.
Sabaha karşı Fehmi ve ekibi köyün aşağı tarafındaki kullanılmayan bir değirmene baskın yaptı. İmam Hüseyin de arkalarında sessizce dua ediyor, cesaret veriyordu. Değirmen kapısında hafif bir ışık sızıntısı, içeride fısıltılar. Fehmi tabancasını çekti, Murat kapıyı tek hamlede kırdı. İçeride iki kişi şaşkına döndü. Masada haritalar, yanında uzun namlulu silahlar, birkaç sandık. Teröristler! Fehmi bağırdı: “Polis! Eller havaya!”
Biri silaha davrandı, Aylin o sırada bir demir çubuğu devirdi, gürültü adamları paniğe sevk etti. Orhan aradan sıyrılıp birini kıskıvrak yakaladı. Diğer adam ateş edecek oldu, Fehmi nişan aldı, kolundan vurdu, silah elinden fırladı. Hüseyin kapıdaydı, korku dolu gözlerle ama dimdik. Bu kadının canına kıyanlar bunlar mıydı?
Esir alınan teröristler çözülmeye başladı. Konuştular: Onlar gizli bir terör hücresiydi, maddi kaynak elde etmek için değerli eşyalar çalıyor, köylülerin arazilerinde gizli sığınaklar kazıyorlardı. Yaşlı kadını gördükleri gece, kadın onları fark etmişti. Yakalanmak korkusuyla kadını susturdular.
Fehmi’nin gözleri doldu. Suçlular yakalanmış, arkadaşı Mehmet’in annesinin intikamı alınmıştı. Hüseyin’in içi acısa da suçluların adalete teslim edilmesi teselli verici oldu. Polis araçları sabaha karşı köyün sessizliğini sirenlerle deldi. Teröristler kelepçeli, ellerinde suç delilleri…
Fehmi ertesi gün caminin avlusunda Hüseyin’le oturdu. Hüseyin sakin bir sesle: “Bu köyde böyle bir kötülük… Anlamak güç. Ama Allah’ın adaleti varsa, sizin çabanız da O’nun takdiriyle mazlumun intikamını aldı.” Fehmi başıyla onayladı, “Adalet bazen zorlanır, can yanar, ama sonunda galip gelir. Mühim olan vazgeçmemek.”
Mehmet gözlerinde minnet, Fehmi ve Hüseyin’e sarıldı. Orhan, Aylin ve Murat da oradaydı. Bu kez teknisyen Karolin yoktu, ama Fehmi’nin vicdan denilen iç asistanı hayatta neyin kıymetli olduğunu ona hatırlatmaya devam ediyordu. Şehirden uzak, memleket topraklarında, çocukluk arkadaşlarıyla bir masumun kanını yerde bırakmamışlardı.
Öğleden sonra dağ yamaçlarında hafif bir rüzgâr eserken Fehmi, Hüseyin ve diğerleri bir çınar ağacının gölgesinde çay içtiler. Kaderin cilvesi: Büyük şehirde mafya, paranoya, terör, okült işler… Küçük kasabada bile aynı kötülükler zuhur edebiliyordu. Ama bir araya gelince, dayanışma, iman, dostluk ve mesleki beceriyle karanlık perdesi yırtılabiliyordu.
Hüseyin, “Arkadaşım, memlekete gelirken tatil yapacaktın, yine görev kısmet oldu. Kusura bakma,” dedi hüzünlü bir tebessümle. Fehmi, “Dert değil Hüseyin, iyiliğe vesile olmak da dinlenmektir benim için,” diye karşılık verdi. İkisi de birer yudum çay alırken gökyüzünde güvercinler kanat çırpıyor, toprak mis gibi kokuyordu. Bu huzur, adaletin sağlandığı bir dünyada daha anlamlıydı.
***
Fehmi, memleketteki dertli olayların ardından şehre döndüğünde, hayatına bambaşka bir renk katan biriyle yolları kesişti. Şehirdeki büyük üniversitelerden birinde, sosyoloji alanında öğretim görevlisi olan Elif Hanım’la tanıştığında, hayatta yalnız adaletin peşinde koşmaktan öte bir amacı olabileceğini fark etti. Elif, zarif, mütevazı, okumayı, yazmayı seven, ülke meselelerine duyarlı, kendi halinde bir kadındı. Fehmi’yle tanışmaları, bir konferans çıkışında içtikleri sade bir kahveyle başlamış, zamanla uzun sohbetlere, derin bir yakınlığa dönüşmüştü.
Haftalar ilerledikçe birbirlerini daha iyi tanıdılar. Elif akademik dünyada ciddiyeti, nezaketi ve ufuk açıcı fikirleriyle tanınıyor, Fehmi ise emniyetteki dirayetli duruşu ve adalet tutkusuyle sivriliyordu. İkisinin de hayatı zorluklarla doluydu ama bu zorlukların hepsine birlikte göğüs gerebileceklerini hissettiler. Bir akşamüzeri Boğaz kıyısında yürürlerken Fehmi konuştu:
“Hayat karmaşık Elif, sen de biliyorsun. Benim işim tehlikeli, senin işin yoğun. Ama inanıyorum ki seninle bir hayatı paylaşmak her şeye değer.”
Elif gözlerinin içine bakıp, “Biliyorum Fehmi,” dedi, “Seninle huzurlu ve anlamlı bir hayat kurabileceğimize inanıyorum.” O an nişan yüzüklerini takma kararı aldılar. Aileler, dostlar, hatta Karolin bile bu mutlu haberi işitti. Herkes sevinçliydi.
Ancak bu mutluluk uzun sürmedi. Nişanlarını ilan ettikten yaklaşık iki hafta sonra Elif ortadan kayboldu. Fehmi onu aramak için telefonuna sarıldığında, cevapsız çalmalar, sessiz kalan bir ev telefonu, kapalı bir kapı buldu. Elif’in üniversitedeki meslektaşları da şaşkındı: O güne kadar derse, toplantıya asla geç kalmayan bu sorumluluk sahibi kadın, birdenbire hiç haber vermeden yok olmuştu.
Fehmi’nin içini bir korku kapladı. Emniyet yıllarının tecrübesi, bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyordu. Elif’in evine gitti: Anahtarlar kapının üstünde, içeride tuhaf bir sessizlik. Çiçekler solmaya, meyveler çürümeye yüz tutmuştu. Sanki Elif planlamadığı bir anda evi terk etmişti. Salondaki masada yarım kalmış bir çay fincanı, açık bırakılmış bir kitap, üzerinde yarı okunmuş bir mektup: Mektup kime yazılıydı? İçinde yarım kalmış cümleler… “Sevgili Fehmi, bazen korkuyorum, geçmişte bazı karanlık kişilerle yollarım kesişmişti…” cümle burada bitiyordu. Fehmi’nin yüreği sıkıştı. Geçmişte karanlık kişiler mi? Neden bahsediyordu?
Emniyete dönüp Karolin’i devreye soktu. Karolin, Elif’in telefon sinyalini izledi: Son sinyal iki gece önce eski bir apartmanın yakınında kesilmişti. Bu apartman, Fehmi’nin geçmişte takip ettiği karanlık tiplerin bazen saklandığı bir bölgeye yakındı. Tesadüf mü? Belki de Elif’in akademik çalışmaları, yazdıkları, araştırdığı konular birilerine rahatsızlık vermişti. Ya da Fehmi’nin düşmanları onu hedef almış, Elif’i koz olarak kaçırmışlardı.
Fehmi boynunda bir düğümle Karolin’e sordu: “Karolin, Elif’in son dönemde kimlerle görüştüğünü saptayabilir misin?”
Karolin verileri taradı: Elif, son haftada yabancı isimli biriyle sık iletişim kurmuş: Adı Leonardo. Bu kişi bir araştırmacı olarak tanıtıyor kendini, ama Emniyet kayıtlarında Leonardo adlı biri yok. Sahte kimlik olabilir. Ayrıca Elif’in eski akademik makaleleri gıda terörü, uluslararası rant çeteleri hakkında uyarıcı metinler içeriyor. Belki geçmişte Fehmi’nin uğraştığı mafya artık onu hedefine almış, Elif’i kaçırarak Fehmi’yi de tuzağa çekmeye hazırlanıyordu.
Gece yarısına doğru Fehmi telefonuna bir mesaj aldı: “Elif bizde. Sessizce Eski Liman Hangarına gel. Tek başına. Aksi halde…” Bu tehdit açıktı. Fehmi soluklandı, Karolin’e fısıldadı: “Bu bir tuzak ama gitmeliyim. Elif’i kurtarmam gerek.” Karolin uzaktan destek verebilirdi. Ekibe sinyal vermek riskliydi, belki Elif’in hayatını tehlikeye atardı. Yine de tam yalnız da gidemezdi. Düşmanlar çok sinsi. İki güvendiği memur, en azından uzaktan izlemeye yardım edeceklerdi.
Eski Liman Hangarı paslı kapıları, rutubetli kokusu, gece denizinden esen serin rüzgar… Fehmi içeri girdiğinde el fenerini yaktı. Bir tıkırtı duyuldu, sonra metalik bir ses: “Silahını at, yoksa Elif…” Fehmi dişlerini sıktı, tabancasını yere bıraktı, yavaşça ellerini kaldırdı. Gölgelerin arasından üç kişi belirdi: Yüzleri maskeli, biri elinde susturuculu silah, diğeri ince bir ipte sallanan bir kolye tutuyor. Kolyeyi Fehmi tanıdı: Elif’in kolyesi!
Fehmi öfkeyle: “Elif nerede? Onu serbest bırakın!”
Adamların lideri sırıttı: “Sen, çok burnunu soktun işlere. Mafya dosyalarını kapattın, karanlık ticaret ağlarını çökerttin. Şimdi seni avlama vakti. Elif’i göreceksin, ama önce bize yardım edecek misin bakalım? Bazı dosyaları kapat, bazı suçluları görmezden gel, yoksa Elif ölür.”
Fehmi’nin gözleri çelik gibi parladı: “Hiçbir zaman suçla anlaşmadım. Elif’i kullanmanıza izin vermeyeceğim.” Adam tabancasını kaldırdı, “Öyle mi?” deyince tam o an hangarın çatısından bir ışık süzüldü. Karolin’in yardımıyla dron girdi içeri, gözleri alan LED lambalarıyla adamlar şaşırdı. Dışarıda bekleyen iki memur da sessizce arka kapıdan sızdı. Silah sesleri patladı, Fehmi yana atılarak düşen tabancayı aldı, kurşunu maskeli liderin omzuna yolladı. Adamlar dağıldı.
Kısa süreli çatışma sonunda iki adam kaçtı, lider yaralı yakalandı. Fehmi liderin yakasına yapıştı: “Elif nerede?” Adam homurdandı, “Arka depoda…” Fehmi koştu, kapıyı kırdı, karanlık bir odada Elif elleri bağlı, ağzı bantlı buldu. Onu usulca çözdü, Elif gözlerinde yaşlarla, ama dimdik, “Biliyordum ki geleceksin,” diye fısıldadı. Fehmi onu kollarıyla sarmaladı. İçinde patlayan bir sevinç, bir rahatlama…
Dışarı çıktıklarında dron havada süzülüyor, Karolin kulaklıktan “Geçmiş olsun amirim,” diyordu. Memurlar kaçanları da izlemeye koyuldu. Belki onları da yakalar, bu karanlık oyunu bozarlardı. Fehmi’nin önemli olan Elif’in güvende olmasıydı.
Elif ağlamaya başladı, “Fehmi, özür dilerim. Geçmişte bazı araştırmalarım, bazı konuşmalarım bu karanlık odakların dikkatini çekmiş. Sana zarar vermek için beni kullandılar.”
Fehmi saçlarını okşadı, “Senin suçun yok Elif. Kötüler her zaman bir yol arar, biz de onları engellemek için çabalıyoruz. Şimdi güvendesin, her şeyi yoluna koyacağız.”
Şafak söküyordu. Liman sessizdi. Fehmi ve Elif el ele, yürekleri adalet ve sevgi dolu, bu zorlu sınavı atlattılar. Evlilik kararları sarsılmadı, aksine güçlendi. Çünkü hayatta ne kadar tehlike olursa olsun, birbirlerine destek olan iki insan umudun en büyük silahına sahipti. Fehmi, Elif ve gerçeğin peşinde koşan herkes, kötülüğe karşı yılmadan çabalayacaktı.
***
Fehmi, Elif’i karanlık liman hangarından kurtardıktan sonra birkaç gün daha geçmişti. İstanbul, güneşli bir yaz sabahına uyanırken Fehmi, Elif’in yanında olmaktan duyduğu huzurla mesleki sıkıntılarını biraz olsun unutmuş gibiydi. Ancak bu kadar fırtınalı bir serüvenin hemen ardından gelen sükûnet, bazen yanıltıcı olabilirdi.
O sabah, Fehmi erken kalktı. Kahvaltı için taze ekmek, zeytin ve peynir hazırlarken, Elif hâlâ uyuyordu. Ona baktığında hâlâ o zarif, mütevazı kadını görüyordu. Fakat neydi bu içini kemiren his? Karolin yoktu yanında - onu başka bir operasyonda ekibe bırakmıştı - ama içindeki polis sezgisi rahat durmuyordu.
Elif’in çantasının fermuarındaki küçük bir yırtık dikkatini çekti. Normalde böyle şeylere önem vermezdi ama sabahın sessizliğinde merakına yenik düştü. Çantayı hafifçe açtı, önce defterler, kitaplar… Sonra tabanın altında tuhaf bir metal kutu. Açtığında içinde minik bir USB bellek buldu. Neden Elif bunu saklamıştı?
Fehmi belleği kendi özel dizüstü bilgisayarına taktı. Karolin olmadan da verileri kontrol edebilirdi. Karşısına şifreli bir klasör çıktı. Polis içgüdüsüyle birkaç basit deneme yaptı ve şaşılacak şekilde klasör açıldı. İçinde yabancı dilde (İngilizce, Rusça, Arapça karması) raporlar, İstanbul’da üst düzey bürokratların, siyasetçilerin isimleri, bazı gıda ithalatı yapan şirketlerin bağlantı şemaları…
Fehmi’nin yüreği sıkıştı. Bu bilgiler tam bir istihbarat haritası gibiydi. Elif bu kadar bilgiyi niye saklasın ki? Belki geçmişte onunla ilgili bir şeyler söyleyenler vardı. Belki üniversitedeki meslektaşları, “Elif çok araştırıyor, çok sorguluyor” derken bunu kastetmişti. Bu sıradan bir akademik çalışma değil, sanki yabancı istihbarat servislerine sunulacak bir rapordu.
Bu an, Fehmi’nin içi ürperdi. Elif gerçekten kimdi? Yoksa o masum görüntünün ardında bir casus mu yatıyordu? Fehmi bir süre oturdu, derin nefes aldı. Onu daha yeni kurtarmış, büyük tehlikeler atlatmışlardı. Evlilik hayalleri, birlikte yaşlanma planları... Hepsi bir yalan mıydı?
Elif’in sesi salona ulaştı: “Fehmi, uyanık mısın?” Hafif tedirginlik yüzünde, çünkü Fehmi’nin sessizce ortalıkta olduğunu fark etmişti. Fehmi bilgisayarı usulca kapattı, bellek cebine attı. “Buradayım,” dedi, sesini normal tutmaya çalışarak.
Elif salona girdi, gülümsemeye çalıştı: “Günaydın. Kahvaltı yapalım mı?” Fakat Fehmi’nin gözlerindeki soğukluğu fark etti. “Ne oldu, iyi misin?”
Fehmi sorusuna soruyla yanıt verdi: “Elif, söyle bana, o limandaki olay, seni kaçıranlar... Senin kim olduğunu gerçekten biliyorlar mıydı? Yoksa bu bir oyun muydu?” Elif’in yüzü soldu. “Ne demek istiyorsun Fehmi?” dedi, titreyen bir sesle.
Fehmi ciddileşti: “Çantanı açtım, Elif. O bellek, o raporlar... Sen sadece bir öğretim görevlisi değilsin. Sen bir casussun, değil mi? Bu bilgiler yabancı istihbaratın işine yarayacak türden. İstanbul’u, ülkenin kritik noktalarını, gıda terörünü, mafyayı... Hepsini neden rapor ediyorsun?”
Elif’in gözleri doldu, ama bu kez aşkın değil, yakalanmışlığın yansımasıydı. Geri adım attı, sanki kaçacak bir yer arar gibi. “Fehmi, ben… başta istemedim böyle olsun. Evet, yabancı bir istihbarat servisi için çalışıyordum. Bu ülkenin stratejik noktalarını, ekonomik zayıflıklarını raporluyordum. Ama ben seni gerçekten sevdim, inan bana!” Göz yaşları yanaklarından süzülürken Fehmi’nin içi daha da acıdı.
Fehmi’nin kalbi bin parçaydı. Sevdiği, evlenmeyi düşündüğü kadın bir casus, bir ajan çıkmıştı. “Neden?” diye fısıldadı Fehmi, “Neden böyle bir oyun oynadın? Ülkemin sırlarını mı çalacaktın? Beni mi kullanacaktın?”
Elif gözlerini kaçırdı. “Başta sadece bir görevdi. Seninle tanıştığımda, sen Emniyet’in yükselen bir yıldızısın, pek çok kritik davayı çözdün. Yabancı efendilerim senin çevrendeki bilgileri, temaslarını öğrenmemi istedi. Ama sonra… sonra sana âşık oldum. Bu tuzaktan kurtulmak istedim. Düğün, evlilik… Gerçekten istedim. Ama bırakamadım. Onlar hep peşimdeydi.”
Fehmi, yeniden mesleki soğukkanlılığına döndü. “Onlar kim?”
Elif inledi: “Uluslararası bir istihbarat ağı, gıda sektörü dahil pek çok alanda nüfuz peşinde. Seni de alt etmek istediler. O limandaki kaçırılma aslında bana bir uyarıydı: Ya görevine devam edersin, ya da sevgilini kaybedersin. Onlar senin beni kurtaracağını biliyorlardı, bu sadakatimi sınadılar.”
Fehmi’nin yumrukları sıkıldı, bu kadar derin bir ihanet, bu kadar karmaşık bir ağ… “Benim için aşk mıydı bu Elif, yoksa ajanlık oyununun bir parçası mı?”
Elif diz çökerek ağladı: “Ne istersen yap, tutukla beni. Ben artık kaçmıyorum. Çünkü gerçek aşkım senden vazgeçemedi. Yanlış yaptım, çok yanlış. Ama inan ben bilgi sızdırmadım. O bellek, son raporumu iletmem için baskı yaptıkları araçtı. Göndermedim, korkudan sakladım.”
Fehmi hiç bu kadar zorlanmamıştı. Kadını tutuklamak mı, inanmaya devam etmek mi? Devletin malumatını çalan bir ajan haini affedemezdi. Ama aşk denen şey de zihinleri allak bullak ederdi. O an kapı çaldı. Komşular mı? Yok, Karolin’in uzaktan kontrol ettiği bir devriye ekibi.
Fehmi kapıyı açtığında iki meslektaşı sessizce sordu: “Amirim, her şey yolunda mı? Tuhaf sinyaller aldık.” Fehmi derin bir nefes: “İçeri girin. Bu hanımefendi hakkında ihbar yapacağım. Kendisi yabancı istihbarat için çalıştığını itiraf etti.”
Elif başını eğdi. Memurlar kelepçeyi takarken hıçkırdı: “Fehmi, affet. Keşke tanışmasaydık... Ama seni gerçekten sevdim.”
Fehmi bakışlarını kaçırdı, yüreği paramparça. Görev mi, aşk mı? Devletin bekası, ahlak, doğruluk, hepsi bir terazide. “Elif, ben de keşke farklı şartlarda tanısaydım seni. Şimdi adalet gerekeni yapacak.”
Polis aracı uzaklaşırken Fehmi yalnız kaldı. Karolin’in sesi olsaydı belki bir şey derdi, ama yoktu. Sadece sessizliğin içinde kendi vicdanıyla baş başaydı. Aşkı, ihaneti, uluslararası entrikaları, hepsini yaşadı. Bu hikâyede aşk vardı, ama şartlar akil insana ihanet ettirdi. Ülkesi, görevi, aşkı... Hepsi arasında Elif’in maskesi düştü. Şimdi geriye kalan: Acı bir tecrübe ve uğruna nice badireler atlattığı aşkın yalan oluşunun ağırlığıydı.
İstanbul’un sıcağında yapayalnız, Fehmi gözlerini ufka dikti. Başka davalar, başka serüvenler bekler. Adalet her şeyin ilacıdır, belki kalp yaralarının da. Bu kez, sevdiği kadını kaybederek anlamış oldu: Doğruluk ve sadakat en değerli hazineler.
***
Bir sabah, İstanbul’un o yorgun sokaklarından birinde, terk edilmiş bir binanın daracık bir odasında, Fehmi ismindeki adam, tahta bir taburenin üzerinde hareketsiz, gözleri kapalı oturuyordu. Etrafı tozlu duvarlar, kırık camlar, farelerin kemirdiği tahta plakalarla doluydu. Dışarıdan ne Boğaz manzarası, ne siren sesleri… Sadece sessiz, kapkaranlık bir dipti burası.
Bir süre sonra Fehmi gözlerini açtı. Gözlerinde o bildik derin bakış, yıllarca mücadele veren bir polisin tecrübesi yoktu artık. Aksine, deli bir pırıltı, sinsi bir gülümseme belirdi yüzünde. Kendine "Komiser Fehmi" diyerek tanıttığı, emniyet teşkilatı, Karolin, Elif, mafya, seri katiller, teröristler, casuslar, tüm o karmaşık hikâyeler… Hepsi aslında zihninin karanlık köşelerinde yazdığı bir masaldan ibaretti. Ne Karolin vardı, ne Elif, ne de imam Hüseyin, ne de o büyük maceralar.
Fehmi gerçekte kimdi? Aslında kimse “Fehmi” diye biri olduğundan bile emin değildi. Kayıtlarda, bu adamın gerçek adı farklıydı. Onu yıllar önce bir akıl hastanesinin bakımsız koğuşunda bulmuşlardı. Saldırgan tavırları, kimliksizliği, sürekli hayal âleminde yaşadığı hikâyelerle doktorları yoruyor, ilaçlarla ancak sakin tutuluyordu. O, geçmişte azılı bir psikopattı. Masum insanları inciten, belki de katleden biri… Suçu sabit, cezai ehliyeti şüpheli bulunmuş, mahkeme kararıyla akıl hastanesine kapatılmıştı.
Zaman geçtikçe kendi içinde bir evren yaratmıştı. Kendini dürüst bir komiser, adalet timsali bir kahraman gibi hayal etmiş, Karolin adlı yapay zekâ asistanı icat etmiş, Elif gibi bir kadına âşık olmuş, uluslararası komploları çözmüş, memleketine gidip cinayetleri aydınlatmış, hatta sonra ihanete uğramıştı. Ama bu koca senaryonun dış dünyada karşılığı yoktu. Çatlamış duvarların arasındaki o odada, aslında bir deli gömleğine benzer eski bir kıyafet içindeydi. Zihninin duvarlarında yankılanan onca karakter, onca polisiye, macera ve aşk… Hepsi hezeyandı.
Günün ilk ışıkları tozlu pencereden sızarken içeri giren bir hastabakıcı kapıyı açtı. Ürkek adımlarla içeri girip Fehmi’ye seslendi: “Uyanmış mısın?” Adam bir an kendine “Fehmi, Karolin nerede?” diye sormak istedi ama kelimeler ağzında dolaştı. Gerçekle hayal arasındaki sınır yeniden belirginleşti. Hastabakıcı elindeki tepsiyle yanına geldi: İlaçlar, su ve tatsız bir lapa. “Al bakalım, doktor bu sabah erken saatte görüşecek seninle,” dedi.
Fehmi gürültülü bir kahkaha attı. O kahkaha, hiç de bir kahramanın kahkahası değildi. Biraz kopuk, biraz acımasızdı. O “Fehmi” kimliğinin, o adalet peşindeki Komiser Fehmi’nin izleri yüzünden silindi. Ortada sadece kırık bir zihin, psikopatik bir karakter, kapana kısılmış bir delilik kalmıştı. Ne Karolin ne Elif, ne de memleketteki imam Hüseyin… Onlar onun kurduğu birer hayal, birer maskeydi.
Doktor odaya girdiğinde, Fehmi’nin gözlerine baktı. Artık bu gözlerde kahraman polis değil, akıl hastanesinin duvarları arasına hapsedilmiş tehlikeli bir psikopat görüyordu. Doktor, “Bu gece daha sakin geçti galiba,” dedi hastabakıcısına. Hastabakıcı başını salladı, “Evet, ama sabaha kadar mırıldandı, sanki insanlarla konuşuyormuş gibi. Delilik senaryolarından biri daha işte.”
Fehmi içeride, kafasında hala o büyük hikâyeleri yazıyordu. Belki yeniden Komiser Fehmi olacaktı, belki yeni bir macera, yeni bir aşk kurgulayacaktı. Ama gerçek dünyada, o sadece masum bir kurban rolü oynamak isteyip de herkesi kandıran, aslında tehlikeli bir psikopattı. Bu dünyada onun senaryosuna inanan yoktu, çünkü kimse onun gerçekliğini paylaşmıyordu.
Doktor kapıyı kapattı, loş ışık yine Fehmi’nin hayal dünyasına karıştı. O son uydurduğu sahnelerde Elif ortadan kaybolmuştu, çünkü gerçek aşk diye bir şey yoktu onun içinde. Sadece kendi çıkarları, kendi güç fantezileri ve zedelenmiş benliği vardı.
Artık tüm hikâyenin bir delinin hezeyanı olduğu apaçık ortadaydı. Fehmi masum bir kahraman değildi; o, bir psikopattı, kafasında bin bir dünyayı kurup yıkan, her seferinde rolünü yeniden yazan bir hasta. Ve bu dört duvar arasında, o hayal dünyası dışında ona eşlik eden tek şey gerçeğin soğuk sessizliğiydi.
***
Fehmi’nin dramı, hayatı boyunca üst üste biriken acıların karanlık bir karışımıydı. Onu bir psikopata dönüştüren süreç, ne tek bir gecede oldu ne de basit bir sebebe dayandı. Çocukluk yıllarına uzanan bu hikâyede, her adım gözyaşlarıyla ıslanmış, her sayfa kan ve acı kokusuyla çevrilmişti.
Daha küçücük bir çocukken, Fehmi’nin ailesi bir gece yarısı dehşet verici bir olayla sarsıldı. Kırsaldaki o küçük evin penceresinden sızan ay ışığı, içeri giren maskeli adamların gölgelerini duvara kazımıştı. Babası gözlerinin önünde, üç kuruş para uğruna acımasızca öldürüldü. Annesi ise çığlık çığlığa, katillerin ayakları altında can verirken Fehmi bir köşede titreyerek, korkudan dilini yutmuş gibi hıçkırıklara boğulmuştu. Daha ilkokula bile başlamadan, insanın ne kadar zalim olabileceğini görmüş, adaletin hayal kadar uzak olduğunu öğrenmişti.
O gece Fehmi’nin gözyaşları, hıçkırıkları, feryatları sessizlikle boğuldu. Katiller çekip gittikten sonra ortada kalan sadece kan dondurucu bir travmaydı. O günkü dehşet, onun ruhunda derin bir yara açtı. Öyle bir yara ki hiç kapanmadı; aksine her geçen yıl, o yara Fehmi’nin içindeki insancıl duyguları yavaş yavaş tüketti.
Yetim kaldığı çocukluk yıllarında, kimse Fehmi’yi korumadı. Akrabaları birer birer onu sığınacak evlerinde istemedi, devlet yurtlarında buz gibi koridorlarda büyüdü. Orada dayak, hakaret, aşağılanma sıradandı. Her tokatta, her hakarette, Fehmi’nin yüreğindeki o masum çocuk ölüyor, yerine acımasız bir öfke filizleniyordu. Gözleri boşluğa bakarken zihin perdesine o ilk gece, o katliam sahnesi yansıyordu tekrar tekrar. Üstelik kimse o katilleri yakalamamış, kimse hesap sormamıştı. Adalet yoktu, merhamet yoktu.
Fehmi boy atıp genç bir adama dönüştüğünde, içinde karanlık bir fırtına kopuyordu. Annesini, babasını katledenler özgürken, o çürük kurumlarda çile çekmiş, kimliğini yitirmişti. Bu öfkeyi nereye yönelteceğini bilemiyordu. Bir yandan “Keşke ben bir polis olsaydım,” diyordu, “o zaman o katilleri bulurdum, annemin intikamını alırdım.” Ama polis olmak da hayaldi. Okul bitiremedi, kimsesiz büyüdü. Hayatı sokakların acımasız kurallarıyla biçimlendi.
İçindeki öfkeyi, acıyı ve adaletsizliği tamir etmek için aklında yeni bir dünya kurmaya başladı. Bu dünyada Fehmi, babasının kanını yerde bırakmayan cesur bir komiser olacaktı. Etrafında yapay zekâ destekli harika bir asistan olacaktı: Karolin. Karolin, Fehmi’nin icat ettiği, hiçbir zaman onu yalnız bırakmayan, laf dinleyen, her dediğini yapan bir hayal ürünüydü. Gerçek hayatta herkes onu yitip gitmiş bir korkak, bir hiç olarak görürken hayal dünyasında Karolin ona saygı duyuyordu, doğrularını onaylıyordu, adalet arayışında tek bir sözle komut alıyordu. Bu hayalî asistan, Fehmi’nin kırık benliğini yapıştıran hayali bir yapıştırıcıydı.
Ne acıdır ki, Fehmi gerçekte suçlu avlayan bir kahraman değil, suçun ta kendisiydi. İçindeki öfke, intikam duygusu ve acı o kadar derine işlemişti ki yıllar içinde masum insanları acımasızca incitmeye, kan dökmeye başladı. İlk öldürdüğü kurban, annesini öldürenlere benzeyen biriydi. Belki de bunu yaparken “Adalet sağlıyorum” diye kendi kendine yalan söyledi. O an anladı ki güç elindeyken kimse onu durduramazdı. Her kurbanda kendi acısının intikamını arıyor, ama asla bulamıyordu. Ne kadar kan dökse, o çocukluk travması hafiflemiyor, katlanıyordu. Her cinayetle biraz daha insanlığını kaybetti.
Kendine Komiser Fehmi kimliğini yakıştırdı, böylece pis işlerini “dava çözmek” diye adlandırabiliyordu. Oysa gerçekte masum insanları katlediyor, korkuyu yayıyordu. Kimini haksız kazançla suçluyor, kimine “terörist” yaftası takıyor, kimini “gıda mafyası” diye hayal ediyordu. Bu sayede kan dökmeyi, işkenceyi, eziyeti kendince meşrulaştırıyordu. Aslında hepsi zayıflığının, çaresizliğinin, yıllar önce kaybettiği anne babasının yasıydı.
Karolin’i de bu yüzden kurguladı. Karolin, hiçbir zaman “Dur Fehmi, yanlış yapıyorsun” demeyen, onu hep onaylayan, onun sahte adalet oyununa inanan sadık bir yardımcısıydı. Hayatta kimse ona inanmamış, kimse onu sevmemişti. Karolin sevgiyi, saygıyı, hayranlığı simgeliyordu. Bu hayali asistan onun deliliğinin şefkatli yüzü oldu. Ne zaman birini öldürse, Karolin’in varlığını hissederek, “Bu doğruydu” diye kendi kendine fısıldıyordu. Oysa boş bir odada, içi nefret dolu yalnız bir adamdan başka kimse yoktu.
Elif’i de bu yüzden var etti. Çünkü aşkı tatmamıştı. Hayatında şefkat, merhamet, sevgi görmemişti. Annesinin son çığlığının yerine bir kadın sesi koymak istedi. Elif onun için bir umut, bir kurtuluş simgesiydi. Ama elbette Elif de hayaldi. Elif’i bir ajan, bir casus yaparak yine kendini mağdur gösterdi, ihanetle yoğurdu aşkı, böylece acısını katmerledi. Neden? Çünkü gerçekte sevgiyi hiç tanımamış bir psikopatın tek bildiği dil acı, ihanet ve şiddetti. Aşkı da kirletmek zorundaydı, başka türlü inanamazdı sevgiye.
Sonunda Fehmi’nin dramı bir döngüye dönüştü: Kendini masumları koruyan bir kahraman gibi hayal ederken aslında masumlara kıyan bir caniydi. Çocukluğunun travması onu insanlıktan çıkarmış, her seferinde kan dökmek için yalan hikâyeler uydurmuş, her seferinde o hikâyelerde kendine yüce bir konum vermişti. Ama gerçek çıplaktı: O, bir psikopattı. Acılarını ve gözyaşlarını kendi elleriyle yeni kurbanların kanına bulayarak dindirmeye çalışıyordu, ama nafile.
Son sayfada gerçeği gören bizler, onun hezeyanlarında boğulduk. Gözyaşlarıyla okuyoruz, çünkü bu dramda bir çocuğun çaresizliği, bir gencin umutsuzluğu, bir yetişkinin sapkın öfkesi var. Fehmi’nin trajedisi budur: Kendine kahraman sanırken aslında bir cellat olması, aşkı hiç tanımazken bir hayal kadının ihanetini uydurması, adalet için mücadele ettiğini zannederken sadece suçun batağında debelenmesidir. En sonunda, bu vahşi hikâyenin ardında onu anlıyoruz: O, kaybolmuş bir ruhtan başka bir şey değildir.
***
Fehmi’nin çöküşü ve yakalanışı, aslında uzun süren bir kaçış öyküsünün acı ve kanlı finaliydi. O güne kadar işlediği cinayetler, kurduğu yanılsamalar, kendini “kahraman komiser” diye kurguladığı hezeyanlar, hepsi bir tuzak gibi kendi üzerine kapanmıştı. Artık kaçacak bir yeri, saklanacak bir yalanı kalmayacaktı.
İstanbul’un sisli ve ıslak bir sonbahar akşamında, Emniyet Müdürlüğü’nün özel bir ekibi gizlice bir operasyon için hazırlandı. Daha önce her seferinde Fehmi’nin hayali kimliğine inanan, onun asılsız senaryolarının peşinde koşan kimse yoktu. Gerçek polisler, gerçek istihbaratçılar şimdi Fehmi’nin gerçek yüzünü çözmüştü. Arka arkaya işlenen vahşi cinayetlerde, rastgele seçilmiş kurbanlarda, hepsinde aynı imza: tarifsiz vahşet ve anlamsız bir senaryo. Delillerin birleştirilmesi, tanıkların dikkatle dinlenmesi, sokak aralarında kulaktan kulağa fısıldanan korkunç hikâyeler sonunda aynı adı işaret ediyordu: Fehmi.
Fehmi’nin gerçekte ne polis ne kahraman olduğu anlaşıldı. O bir sokak çocuğu olarak büyümüş, suç dünyasında gezinmiş, psikolojik olarak paramparça olmuş, içindeki nefret ve kederi şiddete dönüştürmüştü. Kendine “Fehmi” diyor, bazen başka isimler de kullanıyordu. Tek adam, tek fail, ama her defasında yeni bir hikâye, yeni bir kurgu yaratıyordu.
Polisler, Fehmi’yi izlemek için haftalarca uğraştı. O, gecekondu mahallelerinden birinde, terk edilmiş bir fabrikanın loş deposunda yaşamaya başlamıştı. İçerisi rutubetli, kirli, böcek kaynayan bir yer. Duvarlarda kanla çizilmiş garip şekiller, yerde ip parçaları, kurbanlarının bir kısmından kalan eşyalar... Burada kendine bir “karargâh” kurmuş, hayali görevlerini yazdığı defterler, uydurduğu karakterlerin resimleri, hatta “Karolin” adını verdiği hayalî yapay zekâ asistanını simgeleyen bir radyo parçası bile vardı. Radyo kapalıydı ama o sanki konuşuyormuş gibi mırıldanıyordu ona.
Fehmi’nin yakalanış anı, tüm bu acımasızlığın ve deliliğin son perdesiydi. Operasyon gecesi, sivil polisler binanın etrafını sardı. İçeride Fehmi, yeni bir cinayet senaryosu yazmakla meşguldü. Bu defa kendini bir devlet büyüğünü korumaya çalışan kahraman olarak hayal ediyordu. Elinde bıçak, paslı bir zinciri duvara vurup duruyor, kendi kendine konuşuyordu:
“Evet Karolin, şimdi bu suçluyu yakaladım, adaleti sağlıyorum. Bak, bak, bu hırsızlar kimmiş…” derken titrek bir gülümseme dudaklarında. Oysa odada kimse yoktu. Bir hayalet kalabalığa hitap eder gibi konuşuyordu. Dışarıda polisler sinsi adımlarla ilerlerken, içeride Fehmi en yeni hikâyelerinden birini sahneliyordu.
Kapı tek darbe ile kırıldığında Fehmi yerinden fırladı. Gözlerinde anlık bir korku, sonra öfke belirdi. Elindeki bıçağı havaya kaldırdı, “Durun!” diye haykırdı, sanki gerçekten bir komiser gibi emir veriyordu. Polisler silahlarını doğrulttu, ona “Elindeki bıçağı at!” diye bağırdılar. Fehmi şaşırdı, böyle olmamalıydı. Onun senaryosunda polisler itaatkârdı, onun kurallarına uyardı, o kahramandı. Gerçek ise farklıydı: Bu gerçek polisler onun hükmünde değildi.
Kaçmaya kalkıştı. Pencere kırık, oradan sıçraya... Ama biri ayağını tekmeledi, yere yuvarlandı. Çırpındı, hırladı, köşeye sıkışan bir hayvan gibi saldırmaya çalıştı. İki polis memuru sıkıca bileklerini büktü, kelepçeyi taktı. Fehmi dişlerini gıcırdattı, “Beni bırakın! Ben Komiser Fehmi, yanlış yapıyorsunuz!” diye avaz avaz bağırdı. Kimse dinlemedi. Polisler sadece “Tamam sakin ol” dedi ve onu yerden kaldırdı.
Ardından çırpına çırpına polis aracına bindirildi. O an Fehmi ağlamaya başladı. Öfkesinin yerini çaresizlik aldı. Gözyaşları akarken “Karolin nerede? Karolin, onlara söyle benim masum olduğumu!” diye haykırdı. Bu feryat polislerin yüreğini dağladı. Masum değildi, ama ne kadar derin bir deliliğin içindeydi. Karolin diye biri yoktu. Kimse cevap vermedi. Gözyaşları içinde, tırnaklarını koltuğa geçirip durdu, hıçkırıklar boğazını yaktı.
Emniyete getirildiğinde doktorlarla görüşüldü. Fehmi’nin ifadesi karışıktı, anlamsız cümleler kuruyor, kendini kahraman polisten bir anda mağdur bir çocuğa, oradan uluslararası bir ajan avcısına dönüştürüyordu. Bu tutarsızlıklar, acımasız cinayet yöntemleri, kurbanlardan alınan kanlı deliller, hepsi onun ne kadar tehlikeli ve akli dengesini yitirmiş biri olduğunu kanıtlıyordu. Savcılık hızlı karar aldı: Bu adam akıl sağlığı yerinde değil, tedaviye muhtaç, ama aynı zamanda çok tehlikeli. Bu nedenle yüksek güvenlikli bir akıl hastanesine kapatılmasına hükmedildi.
Hastane binası şehrin çeperlerinde, yüksek duvarlı, kaçışın imkânsız olduğu bir yerdi. Gökyüzünün o gri tonunda, Fehmi eldivenli görevliler eşliğinde içeri sokuldu. Çığlıklar atan diğer hastaların iniltileri koridorlarda yankılandıkça Fehmi bir köşeye çekildi. Her yer kapalı, kimse onu dinlemiyor, herkes onu tehlikeli biri sayıyor. Oysa o, kafasındaki hikâyede adalet savaşçısıydı.
Hücre tipindeki odasına götürüldüğünde, doktorlar sakinleştirici iğneler yaptı. Fehmi’nin direnmesine, “Ben komiserim!” diye bağırmasına kimse aldırmadı. O an anladı ki bu dünyada onun kurguladığı masallar geçerli değil. Gördüğü her düş, hayaletiyle yüzleşiyordu. Karolin’i çağırdı ama Karolin yoktu. Elif’e seslendi ama Elif de yoktu. Hepsi kendi zihninin ürünüydü. Gerçek dünyada sadece boş duvarlar, ilaçların kesif kokusu, bir akıl hastanesinin soğuk rutini vardı.
Doktorlar rapor tuttu: Fehmi şiddet eğilimi yüksek, ağır psikotik belirtiler, gerçeği değerlendirme yetisini kaybetmiş. Tedavisi uzun sürecek, belki de imkânsız. Fehmi zaman zaman sessizce ağladı. Bazen hayali davalarını çözmek için ayağa fırlayıp odayı yumrukladı, bazen Karolin’le konuşur gibi mırıldandı: “Karolin, lütfen beni buradan çıkar.” Cevap yine yok.
Günler haftalara dönüştü, Fehmi’nin içindeki fırtına sönmedi ama sakinleştiricilerle dindi. Yakalanışı, gerçeğin kapısını zorla açıp bütün yalanlarını dağıtmıştı. O korkunç cinayetlerin kanıtlarıyla yüzleşmek ise acıydı. Belki bir zamanlar masum bir çocuktu, ama şimdi azılı bir psikopat olarak hatırlanacaktı. Bu yakalanış, onun için bir sondu. Zihninin hapishanesinden kurtulması belki asla mümkün olmayacaktı, tıpkı bu yüksek duvarlı akıl hastanesinden kaçamayacağı gibi.
Artık tek duyduğu kendi fısıltılarıydı. Gözyaşları içinde, boş bir odaya hapsolmuştu. Kendi kendine komiserlik hayalleri kuran, Karolin’i icat eden, Elif’in aşkını uyduran, bin bir masalla gerçeği örten bir psikopat olarak yakalanmıştı. Bu vahşi hikâyenin sonunda, adalet yerini bulmuş, Fehmi toplumdan izole edilmişti. Gözyaşları dinmeyen, acımasız bir kaderin tutsağı olarak yüksek duvarların ardında unutulup gidecekti.
***
Fehmi’nin yakalanıp yüksek güvenlikli akıl hastanesine tıkılmasının üzerinden birkaç ay geçmişti. Şehir, o eski seri cinayetlerden sonra biraz nefes almış gibiydi. Artık Fehmi’nin korku salan hayalî dünyası, kimsenin kabusu değildi. Ama bu sükûnet uzun sürmedi. Gölgelerin ardında yeni ve daha karanlık bir figür belirmişti.
Bu yeni sapık, Fehmi’yi kendine idol bellemişti. Üstelik bu kişi, Fehmi gibi sadece sokak köşelerinde dolaşan bir serseri değildi. Hayır, tam aksine, toplumun en üst katmanlarından birinde konumlanmış, zengin, nüfuzlu, saygın görünen biriydi. Siyaset dünyasında tanınmış, medyada sık sık boy gösteren, büyük bir servetin sahibi, saygın bir hanedandan geldiği düşünülen bir politikacıydı. Basın toplantılarında halka gülümseyen, ihtiyaç sahiplerine yardımlarıyla anılan, üst düzey lobilerde sözü geçen biri…
Ancak maskesinin ardında çürümüş bir ruh barındırıyordu. Bu adam, Fehmi’nin yakalanışını büyük bir hayalkırıklığıyla izlemişti. Onun vahşi cinayetleri, saplantılı hikâyeleri, acımasız yöntemleri… Bu yeni sapık için Fehmi’nin kanlı “eserleri” birer sanat gibiydi. Fehmi’yi kahraman polismiş gibi hayal eden bir delinin hezeyanları, bu zengin siyasetçi için tam bir ilham kaynağı olmuştu. Ona göre Fehmi, sistemin çirkinliğini kendi deliliğiyle ifşa etmiş, korkuyu estetik bir şiddet diline dönüştürmüştü.
Şimdi Fehmi akıl hastanesinde sessizce delirirken, dışarıda yeni bir kâbus başladı. Şehirde suç oranı tekrar yükseldi, ama bu sefer cinayetler daha sofistike, daha sinsi yöntemlerle işleniyordu. Kurbanlar arasında tanınmış iş insanları, gazeteciler, sivil toplum temsilcileri vardı. Her cinayet mahallinde, ufak bir sembol bırakılıyordu: Ufak bir harf, “F”. Bu “F” harfi kurbanların kanıyla duvara çiziliyor, bazen bir mektubun sonunda imza gibi kullanılıyordu. Bu, Fehmi’nin sembolüydü aslında. Sanki yeni bir katil Fehmi’nin ruhunu çağırıyor, onu taklit ediyor ve hatta ondan daha sofistike cinayetler işliyordu.
Kanun adamları çaresizdi. Çünkü bu yeni sapık, topluma mal olmuş bir kişilikti. Halkın önünde daima şeffaf, sevecen, yardımsever pozlar sergilediğinden kimsenin ondan şüphelenmesi kolay değildi. Emniyet istihbaratı her yere bakıyor, deliller toplanıyor ama katil hep bir adım önde. Geceleri maskeyle çıktığı iddia edilen bu zengin politikacı, belki de çevresindeki korumalar, güvenlik kameraları, diplomatik dokunulmazlık benzeri nüfuzuyla kendini korumayı başarıyordu. Basın önünde mazlumu oynuyor, “Şehrimizdeki cinayetler beni çok üzüyor, elimden gelen yardımı polise yapacağım” deyip duruyordu.
Halk korku içinde kıvranıyordu. “Fehmi geri mi döndü?” sorusu kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Kimse bilmiyordu ki Fehmi demir parmaklı bir hücrede, ilaçların uyuşturduğu bir beyinle, kimliksiz, desteksiz, yalnızca boş duvarlara fısıldamaktaydı. Fehmi artık tehditsizdi, ama onun adı bir efsaneye dönmüş, bu yeni sapık tarafından bir maskeye dönüşmüştü.
Bir gece, Emniyet’in üst kademesindeki komiserlerden biri, bu gizemli zengin siyasetçiyle özel bir görüşme yaptı. Çünkü siyasetçi “yardım” bahanesiyle polise akıllar veriyor, soruşturmaya karışıyordu. O gece komiser, odadan çıktığında gözleri daire gibi açılmıştı: politikacının söyledikleri değil, beden dilindeki tuhaflık, gözlerindeki o karanlık parıltı, Fehmi’nin vahşi bakışlarına benzeyen o ifade… Komiser bundan şüphelendi, ama elinde kanıt yoktu. Bu kadar güçlü, bu kadar nüfuzlu birini suçlamak imkânsıza yakındı. Hem basın hem halk bu adamı kahraman zannediyor, kimsesizlere yardım eden, tarıma destek veren projeleriyle övüyordu.
Dışarıda her gün yeni bir ceset bulunuyor, polisler ellerindeki delillerle duvara tosluyordu. Bilimsel veriler, kamera kayıtları sanki sihirli bir el tarafından siliniyordu. Bu yeni sapık, şehirde bir gölge gibi hareket ediyor, Fehmi’nin ismini fısıldayarak kurbanlarını infaz ediyordu. Amacı neydi? Belki Fehmi’nin yarım kalan “sanatını” devam ettirmek, belki ondan daha büyük bir korku imparatorluğu kurmaktı. Belki de toplumun saflığını kendi elleriyle kirletip, sonra “kurtarıcı” rolüne soyunacaktı.
Fehmi akıl hastanesindeki hücresinde kendi uydurduğu Karolin’le konuşurken, belki de kısmen hissediyordu bu yeni felaketi. Anlamsız sözler mırıldanıyordu: “Karolin, biri beni taklit mi ediyor? Benden daha zeki olabilir mi?” Doktorlar onun bu mırıltılarını umursamıyordu. Onlar için Fehmi çözülmüş bir vakaydı; kimsenin onun saçmalıklarına kulak asacak hâli yoktu.
Ancak dışarıdaki polislerden biri, eski vakaları karıştırırken Fehmi’nin hayalî asistanı Karolin’den bahsettiği defterlere rastladı. O defterlerde Fehmi, hayalî suçlar, kurbanlar ve sahte kahramanlıklar anlatırken, bir yandan da “Bana inanan bir gün gelecek, benim yolumdan gidecek” minvalinde notlar buldular. Bu, yeni sapığın Fehmi’nin hayallerinden esinlendiğinin kanıtı olabilir miydi? Eğer öyleyse, bu yeni katil, Fehmi’nin hayalinde çizdiği karanlık âlemi gerçeğe taşıyan, daha akıllı, daha güçlü bir manyaktı.
Şimdi şehir çifte bir lanetin altında inliyordu: Akıl hastanesindeki Fehmi’nin uğursuz ismini duyan korku dolu halk, dışarıda Fehmi’nin hayali sanatsal şiddetini pratiğe döken güçlü bir psikopatın hükmünü yaşıyordu. Kanun adamları çaresiz, basın manipüle edilmiş, halk panik içinde. Bu yeni sapık, Fehmi’nin hezeyanlarını gerçek kılıyordu, sanki onun yarattığı kâbusu tamamlamak için sahneye çıkmıştı.
Fehmi’nin yakalanışı ve akıl hastanesine tıkılışıyla bitmeyen bu hikâye, şimdi daha büyük bir kâbusa dönüşmüştü. Fehmi orada, ilaçlarla uyutulmuş, zincirlenmiş, olmayan Karolin’le fısıldaşırken, dışında bir dünya onun hayali karabasanlarını kanlı bir gerçekliğe çeviriyordu. Ve kimsenin bu yeni azılı sapığı ortaya çıkarmaya cesareti yoktu, çünkü o hem çok zengin, hem siyasi kimliği olan, hem de kitlelerin sevdiği bir “iyi adam” maskesini kusursuzca takıyordu.
***
Her yıl dünyanın farklı bir şehrinde gizlice düzenlenen, yalnızca en acımasız ve sinsi suçluların davet edildiği bir kongre vardır: Dünya Kötülük Kongresi. Bu kongre, birer maske takmış sanal canavarların, soylu ailelerden gelen iki yüzlü baronların, işini büyütmek için her çeşit hileye başvuran tüccarların ve insanlığı kaosa sürüklemeyi hedefleyen terörist akılların gizli buluşma noktasıdır. İçeriye girmek için hiçbir bilet, kimlik kartı yeterli değil; referanslar, korku dolu efsaneler, kanla yazılmış çetrefilli şifreler gerek. Bu kongrede amaç, her yıl kötülüğü daha da artırmak, dünyayı soğuk, acımasız bir yere dönüştürmektir.
İşte Fehmi’nin akıl hastanesine tıkılmasından sonra şehirde ortaya çıkan yeni sapık karakterimiz, bu seçkin (!) topluluğun bir parçasıdır. Saygın bir siyasi kimliği, saygın bir serveti, pırıl pırıl görüntüsüyle medyanın sevgilisiyken, bir gecede özel uçağına atlayıp bu karanlık kongreye gider. O gecelerde takım elbisesinin altından sırıtan şeytani bir gülümsemeyle, dünyanın öbür ucuna uçar, adı açıklanmayan lüks bir otelin yeraltı salonlarına iner.
Salona girdiğinde sessizlik hüküm sürer. Masalarda vampir suratlı bankacılar, insan ticareti yapan varlıklı oligarklar, çocukları kandıran medya patronları, fitne tohumları eken sözde düşünürler oturur. Hepsi de kendi alanında kötülüğün estetiğini yükseltmiş, insanlığı biraz daha karanlığa itmek için yarışmaktadır. Hedefleri, bir sonraki yıl daha çok kan dökmek, masumları daha çok manipüle etmek, doğayı daha çok kirletmek, açgözlülüğü, bencilliği, umutsuzluğu yaygınlaştırmaktır.
Yeni sapık karakterimiz burada kendinden emin adımlarla yürür; kapıda elini sıkarlar, onun gerçek adını bilmezler ama yaptığı “işleri” duymuşlardır. Bu yıl, onun damgasını vurduğu şehirde korku yeniden yükselmiş, polis çaresiz kalmış, halk paranoyaya sürüklenmiştir. O, bu kongreye katılarak öğrendiklerini, bağlantılarını güçlendirecek, belki de Fehmi’nin iç yarattığı karanlık efsaneye daha çok anlam katacaktır.
Her masada farklı bir kötülük uzlaşması yapılır. Bir masa dünyadaki gıda kaynaklarını zehirleyerek yoksulların açlıktan kırılmasını hızlandırmayı tartışır. Diğer masa, eğitim sistemini çökertip gençleri cahil ve itaatkâr kılacak medya operasyonları planlar. Bir başka masada, şehirleri yangınlarla, hastalıklarla perişan edecek salgın projeleri konuşulur. Bu kongre, insan aklının düşebileceği en dip noktayı simgeler: Kötülük orkestrasının şefleri burada toplanır, notalarını karanlıktan seçerler.
Yeni sapık karakterimiz, bu oturumlarda özellikle Fehmi’nin şehirindeki durumu anlatır. Mesela der ki: “Eskiden bir psikopat vardı, Fehmi. Onu yakaladılar, ama ben onun adını, korkusunu, kanlı ilhamını kullandım. Şimdi şehirde polisler şaşkın, halk ürkek. Fehmi’nin hayali intikamlarını ben gerçeğe dönüştürerek korkuyu daha rafine hale getirdim. Artık insanlar kime güveneceklerini bilmiyorlar.”
Bunu dinleyen diğer kötülük şefleri gülümser, alkışlar, şarap kadehlerini tokuştururlar. Bu yeni sapığın başarıları onları memnun eder. Fısıltılar yükselir: “Bravo! Böyle devam et. Gelecek yıl biz sana sahte belgeler vereceğiz, böylece politik nüfuzunla masumları iftiralarla bitirebilirsin,” der biri. Diğeri, “Biz yeni bir salgın planlıyoruz, senin şehrine de biraz korku bulaştırırız,” diye vaatte bulunur.
Kongre gecenin ilerleyen saatlerinde sunumlarla devam eder. İnsanlığı birbirine düşüren, milliyetçiliği, ırkçılığı, mezhepçiliği kaşıyan planlar masaya konur. İklim krizinden, siber saldırılara kadar her kötülük aracı tartışılır. Yeni sapık karakterimiz notlar alır, hafızasına kazır bu fikirleri. Şehre döndüğünde daha incelikli, daha sinsi planlar yapacaktır. Belki Fehmi’nin adını tekrar gündeme getirerek, zavallı akıl hastanesindeki psikopatı bir kez daha kullanacaktır. Halk, “Fehmi’nin ruhu geri döndü” diyerek paniğe kapılacak, o ise elindeki siyasi gücü kullanıp “Ben sizi koruyacağım” diye sahte kahramanlıklar yaparak gücünü pekiştirecektir.
Sabaha karşı kongrenin son oturumunda bir karar çıkar: Bu yılın ortak hedefi, dünyada kötülüğü artırmak için medyayı daha etkin kullanmaktır. Yeni sapık karakterimiz, kendi şehrine dönerken gülümser. Çünkü o medyayı zaten etkiliyor, politik nüfuzuyla yalan haberleri pompalıyor, insanları manipüle ediyor. Artık işini daha ustaca yapacak.
Şehir bu durumdan habersizdir. Kanun adamları bu kongreden haberdar olsa bile bir dedikodudan öteye geçemezler. Zaten kongre farklı yılda farklı şehirde yapılır, iz bırakmaz. Sadece yeni kötülükler, yeni felaketler, yeni acılar doğurur.
Geri döndüğünde, yeni sapık karakterimiz çifte hayatını sürdürür: Gündüzleri güler yüzlü siyasetçi, hayırsever iş insanı, ekranlara çıkıp “Yeter artık, bu suç dalgasını durdurmalıyız” diyen bir figür. Geceleri ise gölgeler arasına karışan, Fehmi’nin hayalî dehşetini daha da büyüten, masum insanların kanını dökerek kongrede öğrendiklerini pratiğe geçiren bir kara efsane haline gelir.
Fehmi akıl hastanesindeki hücresinde sesi kesilmiş, kısılmış, kendine icat ettiği Karolin’e bile laf anlatamaz haldedir. Artık oyunun asıl kuklacısı yeni sapık karakter, dünyanın kötülük kongresinden aldığı ilhamla şehirde kötülüğün dozunu artırırken, Fehmi bir kez daha adını duyuramamanın, masumiyet senaryolarına inandıracak kimse bulamamanın acısıyla kıvranır. Dünya kötülük kongresinin son oturumunda alınan kararlar yavaş yavaş hayata geçerken, kanun adamları çaresiz, halk ise umutsuz bir kısırdöngüde nefessiz kalır.
***
Yeni sapık karakterimizin adı Leonard Karulyostur. Leonard Karulyos, azınlıktan biri olsa da halkın gözünde itibarlı, politik nüfuz sahibi, milyarder bir hayırsever gibi görünse de gerçekte dünyanın en karanlık suç ağlarının perde arkasındaki mimarlarından biridir. Onu Jeffrey Epstein tarzı bir kötülüğün vücut bulmuş hali olarak tanımlamak mümkün.
Leonard Karulyos, dışarıdan bakıldığında harika bir imaj sergiler: Uluslararası yardım kuruluşlarına yüklü bağışlar yapar, az gelişmiş bölgelerde eğitim projeleri, sağlık kampanyaları finanse eder. Gazeteciler, kameraların önünde onunla röportaj yaparken onu insanlığın kurtarıcısıymış gibi överler. Siyasi kimliğini ustalıkla kullanarak hem devletten hem de muhalefetten itibar görür, uluslararası zirvelerde boy gösterir, dünya liderleriyle el sıkışır. Bu sayede herkes, Leonard Karulyos’u halkın sevgilisi, devletlerin güvendiği bir stratejik isim, bir kanaat önderi olarak bilir.
Ancak bütün bu süslü perde aralandığında, ardında ürkütücü bir “kötülük dosyası” ortaya çıkar. Leonard Karulyos, gizli servetini sadece yasal ticaret ve politik lobi faaliyetlerinden değil, insan ticaretinden, cinsel sömürü ağlarından, yasa dışı silah ve uyuşturucu trafiğinden elde etmektedir. Jeffrey Epstein benzeri bir yapı kurmuştur: Etkili isimlere, politikacılara, iş insanlarına “hizmet” sunan gizli adalarda, lüks malikânelerde, özel partiler düzenleyerek şantaj materyalleri toplar. Bu materyaller sayesinde istediği kanunların geçirilmesini sağlar, muhalif sesleri susturur, medya organlarını manipüle eder.
Leonard Karulyos, Fehmi’nin adını sahneye süren, onun hayali efsanesini gerçeğe dönüştüren kişidir. Fehmi’nin akıl hastanesinde debelenişini uzaktan izler, bir bakıma hayranlık da duyar. Fehmi’nin iç dünyasından esinle şehrin sokaklarında dehşet yaratarak, korkuyu bir toplumsal mühendislik aracı olarak kullanır. Ortaya çıkardığı dehşet dalgasıyla halkın güvenini sarsar, sonra kendini çözüm için “arabulucu” gibi gösterir. Böylece nüfuzunu pekiştirir, iştahını kabartan yeni yolsuzluk girişimlerine zemin hazırlar.
Dünya Kötülük Kongresi’ne katılması da tam bu resme uygundur. Her yıl dünyanın başka bir şehrinde, ultra-gizli mekanlarda toplanan bu kongrede Leonard Karulyos, başka suç baronları, karanlık bankacılar, medya çeteleri ve rüşvetle beslenen politikacılarla buluşur. Burada insan ticareti ağlarına nasıl daha çok yatırım yapacağını, hangi ülkelerin gıda pazarlarını zehirleyerek kârını katlayacağını, sosyal medyanın nasıl nefret tohumları ekmek için kullanılacağını planlar. Epsteinsi bir “misafirperverlikle” kurduğu tuzaklarda birçok masumun kanına girmiş, onların trajedilerini kayıt altına alarak şantaj arşivini büyütmüştür.
Kötülüğünün boyutları tarif edilemez: Karulyos’un uşakları gece yarısı kaybolan gençleri, şantajla susturulan gazetecileri, manüpüle edilen seçim sonuçlarını temsil eder. İşin en acı yanı ise dışarıdan bakıldığında bu adamın tüm dünyaya iyilik getirdiğini sanan milyonlarca insanın varlığıdır. Onun kestiği kurdelelerde, dağıttığı yardımlarda, attığı tweetlerde kimse bu dehşetin izini göremez. Ormanları yakan gizli anlaşmaların arkasında o var, çiftçileri iflasa sürükleyen lobicilik faaliyetlerinin arkasında yine o.
Fehmi’nin hezeyanlarından ilham alması boşuna değildir. Fehmi’nin delilikle kurguladığı korku senaryolarını gerçek hayatına tatbik eder. Fehmi hayalî yapay zekâ Karolin’e komut vererek düzeni sağladığını düşünürken, Karulyos da gerçek hayattaki teknolojik güçleri - hackerlar, veri çalan uzmanlar - kullanarak insanların zihinlerini esir alır. Fehmi’nin vahşi, irrasyonel şiddetini ise daha sofistike yöntemlerle taklit eder: Kurbanlarını sosyal konumlarına göre seçer, her cinayet mesaj niteliğindedir, bu mesajlar toplumu yönlendirmek, otoriteyi sarsmak, rakiplerini sindirmek için hazırlanır.
Zamanla şehir, Karulyos’un gölge imparatorluğunda kıvranırken, kimse Fehmi’yi hatırlamaz. Oysa Karulyos, Fehmi’nin adını gizli işaretlere dönüştürür, “F” harfiyle imza atar, böylece bu yeni kötülük karnavalında Fehmi’nin mirasını yaşatır. Kanun adamları çaresizdir, zira Karulyos yargıçları, savcıları, polis şeflerini ya satın almış ya da şantaj dosyalarıyla köşeye sıkıştırmıştır. Basın da bir hayli sessiz, çünkü Karulyos basın patronlarını da cebine koymuştur. Halk, kime güveneceğini bilmez, evlere çekilir, geceleri sokaklar hayalet diyarına döner.
Bu, Jeffrey Epstein tarzı kötülük dosyasının ana hatlarıdır: Leonard Karulyos’un dünyasında insan değerleri birer metadan ibarettir. Kimse ölürken “Neden?” diye sormaz, çünkü cevabı herkes bilir: Kötülük kârlıdır, korku kitleleri kontrol eder, yalanlar gerçekmiş gibi satılır. Karulyos, dünyanın dört bir yanındaki çarpık zihinlerle Dünya Kötülük Kongresi’nde buluşup gelecek yıl daha da acımasız olmanın planlarını yapar, Fehmi’nin isim sembollerini kullanıp şehri dehşete boğarak kendi gücünü tahkim eder.
Ve Fehmi mi? Hâlâ akıl hastanesinde bir köşede oturmuş, Karolin’e mırıldanır gibi yapar, Elif’i çağırır gibi hıçkırır. Ona kulak veren yok. Asıl kötülük artık başka bir gölgeye, Leonard Karulyos’a bürünmüştür. Fehmi’nin tımarhane duvarlarına yansıttığı hayaller, Karulyos’un gerçek hayat senaryosunda sadece bir altmetin, bir esin kaynağı olarak kalır. Kötülüğün sahnesi şimdi Karulyos’undur.
DEVAM EDECEK
FEHMİ DEMİRBAĞ
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder