13 Mart 2014 Perşembe



ESKİLERİN MASALI ANLATACAKLARIM!


çerkez babaannem,

oturduğu minderden,
uzandı,
hafifçe başımı okşadı...
elinde tesbih,
dudaklarında dua vardı...
kazık kadar adam olmamama rağmen,
çocukluğumdan kalma şımarıklığımla,
anlatsana bana eskilerden dedim...
...


Bu hadîs-i kudsîye göre,

"Allah Teâlâ, 
yaratınca ademi,
cebrail ona üç hediye verdi;
ilim, haya, akıl!
akıl dimağda, ilim kalpte, 

hayâ da gözde yerleşti!


...
onun içindir sevmem gözlerini,
kahve rengi gözlerini...
bir kahvenin kırk yıl hatırı varmış ya,
gözlerine hapsolmam ondan!
...
utanarak bakıyorsun ya bana,
mahcupça...
mahkumiyetim ondan!
...
babaannemle muhabbetime,
girdin ya...
demek ki aklım hep sende,
...
neyse ben kaldığım yerden,
anlatayım,
babaannemle sohbetimden!
...


Biz küçükken annelerimizden, önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde 

babamız, annemiz varken ayağımız uzatıp oturmaz, büyüklerimiz konuşurken söz hakkı 

verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, kalkıp onlara 

oturmaları için yer verirdik. Aslâ babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.

Babamız gelir, «Besmele» çeker, «Haydi buyurun.» derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... 


Sonunda da sofra duâsını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç âilece yenen yemek kadar 

lezzetli yemek olur mu? Bu sofranın edebidir, yavrum!.."

...


bir masal gibiydi,

babaannemin söyledikleri!
...

Yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da 

hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben 

depresyon kelimesini ilk defa burada duydum, hattâ köyümüzde bir tane akıldan mahrum birisi 

vardı, «Deli İbram» derlerdi. Vallahi, o bile o kadar mutluydu ki, anlatamam. Akşama kadar 

sokakta çocuklarla oynar, acıkınca bir kapıyı tıklatır; «Aba acıktım, aba su ver!» derdi. Hangi 

kapıyı çalsa, boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş eder, hamamcı arada yıkardı. 

Cumaları esnaf elinden tutar, namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı..

...

bir masal gibiydi,
babaannemin söyledikleri!

...



Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde! Herkes akşam olduğu hâlde 

perdelerini örtmemiş, bütün evlerin içi görünüyor, ama kimse utanmıyor. Biz daha hava 

kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ 

perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi 

değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı.

Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur.» derdi büyüklerimiz...


...

bir masal gibiydi,

babaannemin söyledikleri!
...


Evler, kocaman duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını ulu 


orta asmazdı, ev ahâlisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe 

asmışım, hemen anam gelip; «Kız, baban bugün avluya çıktı, senin şalvarın asılı idi, utancımdan 

yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma, çamaşırların en arkasındaki ipe as!.. Üstüne 

uzun bir tülbent ört, sonra mandalla... Altında ne olduğu görünmesin!.. İffetimiz, edebimiz bir 

giderse, ortada îmanımız kalmaz!..» dedi. Tabiî ben 12 yaşlarındaydım, annem bunları bana 

söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir nefes alayım diye balkona çıktım, 

karşı komşu, bütün çamaşırları asmış uluorta, ben utancımdan hemen içeri girdim.


...

bir masal gibiydi,

babaannemin söyledikleri!
...



Bugün yemekler dışarıda yeniyor, «göz hakkı» oluyor, kimse umursamıyor. Çarşı pazardan 


alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; alan var, alamayan var. Göz hakkı, kıskançlık oluyor bu 

yenenlerde... Hiç şifâ olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem, 

«Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.» buyuruyor. Bugün kokuyla, gösterişle 

çevredekilere hep ezâ veriliyor. Tabiî ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da «depresyon» 

diye diye doktorlara gidiliyor.


...

bir masal gibiydi,

babaannemin söyledikleri!
...


Evin bir edebi daha vardır ki, en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaşananlar, aslâ 


dışarıda anlatılmaz; yenenler, içilenler, muhabbetleşmeler, kavgalar... Bu da evin iffetinden 

sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten 

Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah 

olduğunu hep hadislerinde anlatıyor! 

...

bir masal gibiydi,

babaannemin söyledikleri!
...


Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların 

gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin bir adım gerisinden yürürdük... Şimdi 

kavgalar ortada, sevmeler ortada... Tabiî ki, hiç mahremiyet kalmayınca samimiyet de 

kalmıyor. 

Evin bereketi, büyüklere saygıda! 
Evin iffeti, örtülen perde! 
Sevginin iffeti, gizlilikte. 
Gözün iffeti, göz kapaklarında! 
Bedenin iffeti, tesettürde!. 
Utanma, hayâ, îmanda!. 

...

bir masal gibiydi,

babaannemin söyledikleri!
...

Yok be,
ürkmeyin...
bu anlattıklarım gerçek değil!
hem babaannem öleli,
oluyor 20 yıl kadar!
hem bu yazıların bir kısmı da benim değil,
kaynağını bilemedim,
yine de almadan edemedim!

fehmi demirbağ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder