18 Aralık 2015 Cuma

OKYANUS ÖTESİNİN GERÇEK GÜLLERİ

GÜL MUHAMMED VE MOLLA ABDULLAH

Kasım 1914’de Halife’nin Cihad-ı Mukaddes ilanıyla birlikte hem Osmanlı mülkünde hem de batı sömürgelerindeki Müslüman milletlerin, karınca kararınca da olsa, buna omuz vermesinin ardındaki güç neydi? Resmi tarihe göre, halk salt inançlarından hareketle ya da serüven merakıyla bireysel ve yerel “cihat kalkışmalarına” soyunmuştu. Ancak olayın perde arkasına baktığımızda, sömürge ülkelerdeki Müslümanların silahlanıp işgalcilere karşı savaşmalarının ardında itici güç olarak Teşkilat-ı Mahsusa’yı görebiliriz.  
Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla Halife’nin cihat çağrısını öğrenince, Broken Hill’de Avustralya’ya savaş ilan etmişlerdir. Gerillalardan biri Gül Muhammet adında bir deve sürücüsü ve dondurma satıcısıdır. Diğeriyse Hintli, Molla Abdullah adında yaşlı bir adamdır. 
Gül Muhammed Avustralya’da geçimini seyyar dondurmacılıkla sağlayan bir müslümandı.

Avustralya güney yarımkürede olduğundan ağustos ayları kışın ortası sayılırdı. Bu mevsimde dondurma satmak mümkün değildi. Ayrıca kısa bir süre önce dünya savaşı da başlamış olduğundan insanlar için dondurma yemek akla gelecek belki de en son şeydi.

Yaşadığı şehir Broken Hill, Sidney’e 1200 km. uzaklıkta bir maden kasabasıydı. Burada yaşayan insanların gelir düzeyleri itibariyle dondurmaya ayıracakları para çok kısıtlı oluyordu.

Daha da önemlisi Gül Muhammed derisinin rengi ve yaşam tarzı dolayısıyla diğer insanlara benzemediği gibi, onlara pek güven de telkin etmiyordu.

Aynı şehirde yaşayan bir de kasap arkadaşı vardı; Molla Abdullah. Altmışlı yaşlarına gelen Molla Abdullah, islami usüllere göre hayvan keser ve etlerini satarak geçimini temin ederdi. O da tıpkı kendisi gibi Afganistan’dan buraya gelmiş olduğundan kasaba halkına pek benzemiyordu.

Halk bu iki müslümandan pek hoşlanmasalar da, tepki de göstermiyorlardı.

Yalnız çoluk çocuklarına bu sakallı ve cüppeli değişik insanlardan uzak durmalarını tenbih ediyorlardı.

Çocuklar da belki bunun etkisinde kalarak bu iki insana bazen taş atarak tepkilerini gösterirlerdi.


5 Kasım 1914?te İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Halife Sultan Reşat, dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlara cihat çağrısında bulundu. Bu arada Britanya İm-paratorluğu da, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın (Anzak) birliklerini Osmanlı’ya karşı savaşmak üzere çağırmıştı. O sıcacık aralık ayı boyunca kıtanın dört bir yanına Anzak gençlerini savaşa davet eden afişler asılmıştı. 1914?ün son günlerinde, onbinlerce Anzak genci trenlere, oradan da gemilere doluşup, akranları olan Müslümanları öldürmek maksadıyla yola koyulmuşlar, büyük bir çılgınlıkla savaş bölgelerine gidiyorlardı.

Halifeye yürekten bağlı Gül Muhammed, Osmanlı ordusuna katılmak istediğini bildirdiği bir mektup yazıp İstanbul’a postalamıştı. Mektupta, Allah yolunda Halife’nin askerleriyle birlikte savaşmaya hazır olduğunu belirtiyordu. Gül Muhammed, mektubuna İstanbul’dan gelen cevapta Osmanlı ordusuna davet edildiğini okuyunca çok sevinmişti. Fakat Osmanlılar’la çarpışmak üzere yollara düşen Anzaklar gözünün önündeyken, savaşmak için Osmanlı Devleti’ne kadar gitmesine gerek olmadığını düşündü. Düşman buradaysa, savaş da burada demekti. Molla Abdullah da aynı fikirdeydi. Ve iki Afgan, Snider ve Martini-Henry marka iki tüfek, biraz cephane, bir tabanca ve iki bıçak kuşandılar. Gül Muhammed’in dondurma tezgahına örttüğü kırmızı kumaştan ay-yıldızlı bir Osmanlı Sancağı hazırladılar. Küçük birer dua kitabı astılar boyunlarına; omuzlarında tüfekleri, Broken Hill’e 4 kilometre uzaklıktaki, savaşa giden askerleri taşıyan trenin geçeceği yolun civarındaki bir tepeciğin ardına saklanarak beklemeye koyuldular.

31 Aralık Perşembe sabahı saat 10.00 da kalkan tren, kısa bir süre sonra ufukta belirdi. Savaş yolunda iğreti bir neşeyle şarkılar söyleyerek yol alan askerler, az ilerideki tepede dalgalanan kırmızı sancağı görünce şaşırdılar ve birkaç dakika içinde kurşun yağmuruna tutulduklarında şakınlıkları iyice arttı. Avustralyalı askerler savaşa giderken, savaş, onlardan önce davranan iki Afganlı’nın yardımıyla Avustralya’ya gelmişti. Trendeki yolculardan dördü öldü, yedisi yaralandı.

İki savaşçı, bir süre sonra ortadan kayboldu. Avustralyalı kolluk kuvvetleri Afganlılar’ın izini sürmeye başladılar ve kısa zamanda kasabanın batısındaki tepeciklerde etraflarını sardılar. Gül Muhammed ve Molla Abdullah büyük bir mukavemet gösterdi. Broken Hill Savaşı, sekiz saat sürdü. Molla Abdullah, bir köylünün tüfeğinden çıkan kurşunla; çatışmada ağır yaralanan Gül Muhammed ise, kaldırıldığı hastanede arkadaşı gibi, şehitlik mertebesine ulaştılar.

Broken Hill Savaşı’ndan sonra, Osmanlı ordusunu Avustralya’da temsil eden iki Afganlı’nın, olay yerinde bıraktıkları bir not bulundu. Gül Muhammed’in arkadaşıyla beraber yazdığı notta şu sözlerin yer aldığını şaşkınlıkla okudular:

“Bu işe, sizin halkınız bizim ülkemizde savaştığı için kalkıştık.”

Gül Muhammed ve Molla Abdullah Osmanlı sancağı taşıdıkları için, ertesi günkü gazeteler: “İki Türk’ün Katliam Ateşi” türünden manşetler attılar. Broken Hill ve civarındaki Müslümanlar, öfkeli Avustralyalılar’la dalaşmaktan çekindikleri için, iki şehidin cenazesini kaldıramadılar. Bu konuyu düşünmek için pek fırsatları da olmamıştı, çünkü Broken Hill’li ilgililer cenazeleri rastgele bir yere gömüvermişlerdi.

Bu gün Gelibolu Yarımadası’nda İngiliz, Fransız ve Anzak askerlerinin ölüleri için mezar yerleri ve abideler mevcuttur. Avustralya’daki bu iki Çanakkale şehidimiz için hiç olmazsa birer mezar yaptırmak ve abide dikmek kimsenin aklına gelmemiştir.

Fehmi DEMİRBAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder