15 Ocak 2020 Çarşamba

YOK DEVE!
Avustralya’daki develerin tarihi 1860’lı yıllara dayanıyor. Avrupalı kolonistler, ülkenin iç kesimlerini keşfetmek, ülkeyi güneyden kuzeye boydan boya geçebilmek amacıyla develerden faydalanmayı düşünmüş. 1860’te Afganistan’dan Dost Muhammed ve iki arkadaşı ile 24 deveyi ilk kez bu amaçla Avustralya’ya getirmişler. Ardından 1866’da 120 deve ile birlikte 12 Afganistanlı daha getirilmiş. Her yıl yeni gelenlerle birlikte bu sayı giderek artmış. Deve bakıcıları kendi adlarıyla anılan ‘Gan Town’ adlı bir kasaba da kurmuşlar. Karayolu ve tren hatları gelişince develer boşa çıkmış, doğaya salınan hayvanların sayısı yıllar içinde yüz binleri bulup, çiftliklere zarar verir hale gelince de ülkenin önemli bir sorunu haline gelmiş.
2010 VE 2013 yılları arasında 200 bine yakın deve helikopterli keskin nişancılar tarafından katledilmişlerdir.
Son deve katliamına ne gerekçe gösterilmiş peki?
Develer çok su tüketiyormuş!
İddia bu.
Golf sahalarıyla meşhur Avustralya'nın bu iddiasını hele bir masaya yatıralım bakalım.
Ortalama 1 golf sahası günde 1200 ton su harcıyor, yılda 43.800 ton eder.
Avustralya'da çalışır durumda 1800 golf sahası varmış. Bunların yıllık toplam su tüketimi yaklaşık 80 milyon ton.
Bir deve günde 90 litre su içer ve 2 ay susuz yaşayabilir. Bu hayvana günde 1.5 litre su yetiyor.
En abartılı tahminle bir devenin yılda 1000 litre (1 ton) su içtiğini varsayın.
Bir avuç zengin golf oynasın diye 80 milyon ton suyu heba eden, golf sahaları açmak için ormanlık alanları talan eden Avustralyalı "beyaz"lar, devenin içtiği suya göz dikip deve soykırımı yapıyorlar.
Bu alçaklar yarın su daha azalınca yoksul insanları da helikopterle vururlar ama golf oynamayı yine de bırakmazlar.
Siz Avustralya'da su içen koalaya bakıp üzülürken, bir tek golf sahası kapanmadı, bir tek yüzme havuzu boşaltılmadı, kimse eğlencesinden, dansından, duşundan mahrum kalmadı.
Aborjinleri yok etmekten kaçınmayan İngiliz kafalı Avustralya'lılardan daha ne beklenilir ki?
Avustralya’nın yerlileri, 18. yüzyılda kaşif ve sömürgeci güçlerin geldiği zamana kadar dış dünyadan tamamen kopuk yaşadı. O güne kadar geleneksel yaşamlarına devam ediyorlardı. Okyanusya’da, Paskalya adasının sakinleri dışındaki tüm kültürler, yazısız ve sözlü kültüre bağlı bir şekilde yaşıyordu. Bu yüzden bu kültürlerde bilgiler, şarkılar ve hikayelerle nesilden nesile aktarılıyordu.
18. yüzyılda buraya gelen sömürgeciler, Avustralya’nın yerlisi Aborjinleri “barbar vahşiler” olarak tanımladı. Bunun sebebi, Aborijinlerin sosyal bir düzene ve klan hiyerarşisine sahip olmamasıydı. Fakat bu klanlardaki yaşama ve evliliğe yön veren karmaşık kurallar çok daha sonra anlaşılabildi.
Aborjinlerin efsanelerinin birçoğu hala yazıya geçirilemedi. Fakat günümüzde de yaşayan bu halk, kısmen de olsa kültürünü korumaya devam ediyor.
Yapılan bir araştırmada, Avustralyalı Aborjin erkeklerinin tüm Y kromozomu dizilimi incelendi. Bu dizilim, Aborjinlerin yerel genetik tarihinin kıtaya 50.000 yıl önce ayak basan ilk yerleşimcilere dayandığını ortaya koydu. İnsanlar Avustralya kıtasına ilk defa 50.000 yıl önce ulaştı.
Çalışma, daha önce ortaya atılmış olan Hindistan’dan Avustralya’ya günümüzden 4-5 bin yıl önce büyük bir göç yaşandığına dair teorileri çürüttü. Bu yeni DNA dizilimi çalışması, prehistorik dönemde böyle bir göçün yaşandığına dair herhangi bir kanıt bulamadı. Ama sonuçlar Avustralya’da uzun süreli bağımsız bir genetik tarihin olduğunu gösterdi.
2016 yılında Batı Avustralya’nın Kimberley bölgesinde MÖ. 44,000 yıl öncesine tarihlenen, kanguru kemiğinden yapılmış bir süs eşyası bulundu. (Göbeklitepe 12.000 yıl öncesine ait) Avustralya’da bulunan 46,000 yıllık işlenmiş bir kanguru kemiği, eğer gerçekten burna takılmak için tasarlandıysa, insana ait şimdiye kadar bilinen en eski kemik takı olma özelliğini taşıyor.
Bu takı, 50,000 yıl önce Avustralya’ya ilk gelen insanların, Afrika ve Avrupa’daki çağdaşları kadar kültürel açıdan gelişmiş olduğunu gösteriyor. Parçanın, kanguru kemiğinden yapıldığı ve yerliler tarafından buruna takılan hızma benzeri bir işlev gördüğü düşünülüyor.
Avustralya’da daha önce bu kadar eskiye tarihlenen bir kemik takı bulunmaması, Afrika’dan Avustralya’ya gelen ilk insanların yolculukları sırasında kemik alet yapma bilgisinin kaybolduğu şeklinde yorumlanıyordu.
Nesilden nesile binlerce yıllık kesintisiz bilgi aktarımı
Avustralya Aborjinlerinin sahip oldukları bilgileri nesilden nesle aktarmak için ezber yeteneklerini kullandıkları biliniyor. Aborjinler, yaşadıkları dünya ile ilgili sahip oldukları bilgileri hafızalarında saklayıp, binlerce yıl korumayı başarabiliyor.
Aborjinler hayvan türleri, fiziksel özellikleri, hayvanların diğer türler ve bitkilerle ilişkileri hakkında detaylı bilgilere sahipler. Araştırmacılar ise Aborjinlerin binlerce yılın birikimi olan bu bilgilere nasıl sahip olduklarını merak ediyordu. Bu konu üstüne yapılan çalışmalar için Aborjinler ile yapılan görüşmelerde, kabile yaşlıları, sahip oldukları bilgileri dansların, öykülerin, şarkıların ve mekanların içinde nasıl şifrelediklerini anlattı.
Hafıza ile ilgili çalışmalarda insan beyninin hafıza ve mekan arasında bir ilişki kurarak evrildiği biliniyor. Çocukluğumuzu geçirdiğimiz mekanları tekrar ziyaret ettiğimizde normalde aklımızda olmayan anıların bir anda ortaya çıkması da bu hafıza ve mekan ilişkisinden kaynaklanıyor. Mekan, hafıza ile bağlantı kurulabilecek ayırt edici özellikleri olan herhangi bir yer olabilir. Bunlar yeryüzü şekilleri, kutsal alanlar ve hatta soyut tasarımlar olabilir.
Aborjinlerde kabilenin en yaşlıları en derin bilgileri hafızalarında saklıyor. Aborjin kültüründe bilginin gelecek nesillere aktarılması için kutsal ve gizli bölgeler bulunuyor. Örneğin Anangu Kabilesi, Uluru’da bulunan neredeyse her çentik, yarık ve tümseği ezbere biliyor.
Aborjinler kendilerini yaşadıkları toprakların sahibi olarak görmüyorlar. İnançlarına göre, bu toprakları ataları ve efsanevi varlıklar adına kolluyorlar ve kullanıyorlar. Bu efsanevi varlıklar, Aborjinler için kişileştirilmiş tanrılar değil, “Düş Zamanı” varlıkları olarak adlandırılıyor.
Düş Zamanı varlıkları ilk olarak boş dünyayı, sonra yüzey şekillerini, daha sonra ise dağları, nehirleri, hayvanları ve insanları yarattı. Aynı zamanda insanlara ateşi kontrol etme, silah kullanma, avcılık, klan düzeni, evlilik kuralları gibi yaşama dair bazı kurallar getirdiler.
Bu varlıklar dünyayı yarattıktan sonra buraya bakma görevini insanlara bıraktılar ve geride bazı izler bıraktılar. Düş Zamanı varlıklarının dünyayı dolaşırken izledikleri yollara “düş yolları” adı veriliyor ve bu yollar kutsal kabul ediliyor. Aborjinler ritüelleri sırasında, Düş Zamanı yollarını izleyerek, düş zamanı varlıklarınca açılmış patikalarda yürüyor. Bu yolculuklar sırasında şarkılar söylüyor. Bu yüzden bu yollara Şarkı Yolları da diyorlar. Bu şarkılarda genellikle Düş Yolları tarif ediliyor.
Düş zamanı varlıkları, hala Aborjinlerin dünya anlayışları için bir temel oluşturuyor. Bu varlıklar, mağara duvarlarında, kayalarda, hayvan postlarında, ağaç kabuklarında, kısmen hayvan, kısmen insan biçiminde resmedilmişler.
Aborijinler Düş Zamanı varlıklarını ataları sayıyor. Bu yüzden uzun bir süre Avrupalılar, Aborijinleri “tarihsiz bir halk” olarak tanımlamışlar. Bazı Aborijin halkları atalarını hayvanlara dayandırıyor. Atalarının kendi çocukları için belli yerlere manevi güç bıraktıklarına inanılıyor. Kabile mensupları genellikle kendi bağlı oldukları klanın totem hayvanına göre atalarını anar (kuşkadın, kanguruadam).
Yaratılış döneminin ata varlıkları Wandjina olarak adlandırılıyor. Bu bulut ve yağmur ruhlarının denizden çıkıp gölcüklere ve pınarlara girdiklerine inanılıyor. Mağara resimlerinde betimlenen Wandjinaların gözleri ve burunları abartılı bir şekilde büyük fakat ağızları yok. Aborjinler, insanlardan memnun kalmayan Wandjinaların ağızlarını açtıklarında büyük su taşkınlarına neden olabileceklerini ve kayalardaki resimlerini de Wandjinaların bizzat kendilerinin yaptıklarını düşünüyor.
Aborjin efsanelerinin birçoğunda, Yurlungur ya da Wollunqua adlı Gökkuşağı Yılanıyla ilgili hikayeler yer alıyor. Bu yılan, Avustralya’nın en değerli kaynaklarından suya hükmetmesinden dolayı, en önemli Düş Zamanı varlıklarından biri sayılıyor. Düş Zamanı sırasında sudan çıktığı düşünülüyor ve Aborjinler için bereketi simgeliyor. Bu yılan aynı zamanda Düş Zamanı sırasında dünyadan ayrılmayan tek varlık olarak kabul ediliyor. Güney Avustralya’da Akuru adıyla anılan bu yılanın, burada pınarlarda yaşadığına ve onları koruduğuna inanılıyor. Sular taştığında yılanın rahat edemediği ve gerindiği düşünülüyor. Pınardan su almak isteyen bir kişi, önce yılanı uyarmazsa yutulabilir.
Aborjin klanları, öte dünyayla bağlantı kurduklarına verdikleri isim olan Korrobori adı verilen ve önceden belirlenmiş bir düzenle dans ederek, müzik çalarak ve şarkı söyleyerek Düş Zamanı varlıklarıyla bağlantıya geçiyorlar. Bu törende sahnelenen oyunlar, müzikler, danslar her klanda farklı oluyor ve kutsal sayılıyor. Bu yüzden korrobori’ye başkalarının katılması ya da izlemesi yasak. Gösterilerde Düş Zamanı sahneleri canlandırılıyor.
Orta Avustralya’daki bir çölün ortasında yer alan ve doğal olarak oluşmuş dev bir kayaç olan Uluru kutsal sayılıyor. Anangu halkına ait olan bu kaya oluşumu, 1985 yılında Anangulara geri verildi. Kutsal olduğu için tırmanmak yasak. Kayanın biçimi, Düş Zamanı efsaneleriyle açıklanıyor. Efsaneye göre kırmızı kertenkele Tjati’nin bumerangı kayaya saplanıyor. Tjati bunu çıkarmaya çalıştığında ise kayanın kuzeybatı tarafında anahtar biçiminde oyuklar oluşuyor.
Avustralya yerlilerinin hikayeleri, deniz seviyesindeki değişimler ve kara parçalarının kaybolması gibi 10,000 yıldan daha önce gerçekleşen olayları oldukça doğru bir şekilde anlatıyor. Bir araştırmada, Avustralya’nın genelinden yerli halkların hikayeleriyle, son 20,000 yılda deniz seviyesindeki yükselmelerin bilimsel kronolojisi karşılaştırıldı. Yerli halkların sözlü geleneklerinin, bilinen deniz seviyesi değişimlerini ve kara kütlesindeki azalmaları doğru olarak belgelediği keşfedildi.
Aborjin hikayelerinde, Avustralya’da çoğunun nesli Pleistoesen (16,000-50,000 yıl önce) döneminde tükenen büyük hayvanlardan ve kuyruklu yıldızlardan da bahsediliyor. Bu durum, yerli Avustralyalıların kültürünün devamlılığını gösteriyor.
Hikayeler 10,000 yıldan uzun bir süre boyunca sözlü anlatım sayesinde günümüze kadar gelmiş. Eğer insanlar 10,000 yıl önce bu hikayeleri anlatıyorduysa ve bugün hala anlatmaya devam ediyorlarsa, bu kültürün devamlılığının bir kanıtı. Bu örnekte aynı hikayenin 500 nesil boyunca aktarımı söz konusu.
Avustralya Aborjinlerinin efsaneleri binlerce yıl önce gerçekleşen meteor düşmesi gibi doğa olaylarına dair izler barındırıyor. Aborjinlerin meteor olaylarından bahseden hikayeleriyle 4700 yıl önce gerçekleşen çarpışmalar sonucu oluşmuş kraterler arasında bağlantı kuruldu. 4700 yıl önce Kuzey Bölgesinde bulunan Henbury’de meteor yağmuru yaşandı. Araştırmacılar, sözlü geleneklerin bu kadar ayrıntılı olmasının, Aborijinlerin Henbury olayına tanık olduklarını ve bunu efsane haline getirerek binlerce yıl boyunca nesilden nesile aktardıklarını söylüyor.
Aborjin erkekler krater topluluklarının yakınına gitmeyi reddediyor, çünkü burası ateş şeytanının güneşten gelip yere çarparak herkesi öldürdüğü yer. “Ateş şeytanı insanları kutsal yasaları çiğnedikleri için yaktı”.
Avustralya’nın her yerindeki Aborjin geleneklerinde ateşten yıldızların gökyüzünden düşerek kulakları sağır edici bir ses çıkardığı, oluşturduğu yıkıntıyı bölge boyunca savurduğu ve yeri ateşe verdiği ile ilgili benzer hikayeler bulunuyor.
Aborjin sözlü gelenekleri doğayla ilgili ayrıntılı bilgi birikimi içeriyor. Bunların arasında tsunamiler, depremler, volkan patlamaları, meteor düşmesi ve güneş tutulması gibi çok seyrek gerçekleşen olaylar da var. Henbury hikâyesi, sözlü geleneklerin 200 nesilden daha uzun süre aktarıldığının bir örneği.
Aborjinler gelecek nesillere aktaracakları hikayelerine elbette develeri de eklemişlerdir.
FEHMİ DEMİRBAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder